20 Ocak 2014 Pazartesi

Finallerin bitişinin dayanılmaz hafifliği.

...ve Adana.

Finallerim de bitti. Bir dönemi bitirmiş oldum böylece. Hala "Boğaziçili" olduğuma inanamasam da Boğaziçi'nde koca bir dönem geçirdim.

Sınavlarla ilgili diyeceğim tek şey "eh işte." önem verdiğim tek ders olan fransızcadan iyi almış olmam benim için yeterli oldu bu dönemlik. Zaten hocalar bir garip, anlam veremiyorum bazı davranışlarına. Çok gereksiz ayrıntılara takılanlar mı desem, ne istediklerine anlam verememek mi desem bilmiyorum. Bazen "Bu mu yani Boğaziçi?" diye soruyoruz. Buna rağmen okulu da seviyoruz (en azından şu anlık)

Sınavlar bitince soluğu dünya tatlısı insanların yanında aldım.
Çantamı şiir kitaplarıyla doldurup okuldan aşağı doğru indim.


(YAZAMADI)
ama siz anlayın.

Kafiyeye karşı çıkan adamın
kafiyeli mezar taşı,
birde kış vakti, akşamüstüne doğru okunan
şiiri.

Anlamadığım tek şey Cemal Süreya, Tomris Uyar ve Oğuz Atay neden burada değil. CANLARIM NEREDESİNİZ?

Cemal Süreya'yı buldum, ama diğerleri nerede bilemiyorum:
Kadıköy tabi ki.


Ali ve girintili çıkıntılı yerlere yazamayışı temalı.

Sınavlar bitince de Adana'ya döndüm. Okul açıldığından beri annemi görmüyormuşum meğer. Nasıl özlediysem artık. 
Adana'dan bildiriyorum: burası çok ucuz.
cidden çok çok ucuz. çok güzel. her şey ucuz.
bir de yapacak hiçbir şey yok,kitap okumak dışında.
çok sıkılınca oturup defter yaptım arkadaşlarıma.


Geçen sene sonbaharda topladığım yaprakları kışın yakmıştım. Birde ellerimi ısıtmıştım onlarla. Bu yıl toplamamayı düşünmüştüm böyle mutsuzluklar yaşamamak için ama sonbahar gelince yaprakları görünce dayanamadım topladım yine "işte bu" dediğim yaprakları. Sonra Kardelen'den edindiğim alışkanlıkla hepsini göğe doğru kaldırıp yaprakların damarlarını inceledim ve maviye nasıl uyduklarını gördüm.

Defterlerin dışında birde Chantal için Orhan Veli'nin şiir kitabını aldım. Ama kapağı çok kötü bir durumdaydı. "Hazır defter yapıyorum buna da bir kapak yapayım" dedim ve beynimin içinde çınlayan "Bir kuş olsa mavilik derdi buna" dizeleriyle mavi bir kapak yaptım. Aklıma birde Adam yayınlarının kapağı geldi. (bakınız) benim yayınevinden neyim eksik diyerekten benzer bir şeyler yaptım. Chantalcığım,umarım beğenirsin. 

Dün akşam odamda oturmuş mandalina yiyordum, canım sıkıldı. Mandalina yerken neden canı sıkılır insanın diye sormamalı, bilmiyorum çünkü. Adana'da kalan mumlarımı yaktım, ama tütsülerimi İstanbul'a götürmüştüm diye odada eksik bir şeyler kaldı. Babaannemlerin odun sobalı evleri geldi aklıma. Odun sobasının üzerine mandalina ve portakal kabuğu koyardık tüm oda portakal kokardı. Ben de "Geleneklere bağlı yeniliklere açık" klişesiyle yediğim mandalinaların içine mum koydum. Bir süre sonra benzer kokuyu verdi. Mutlu mutlu anneme anlatırken "Canım biz bunu daha çocukken yapardık portakalı soyup" demesiyle hayal kırıklığına uğradım. Ben bunların patentini bile almayı düşünmüştüm oysa ki. Hem daha geliştirip mandalina yiyerek para kazanırdım belki. Olmadı. Kısmet değilmiş,napalım.

Patentini alamadığım mandalina
kokulu gece lambası.
sizde yapın bari.
Bir zamanlar Adana'dan ciddi ciddi nefret ediyordum ama artık eskisi kadar nefret etmiyorum. Her ne kadar çok fazla anım olmasa da farklı bir düzenim vardı burada. Gelince hayatımın şehir değişikliğiyle ne kadar değiştiğini anladım. Adana'dayken dışarı çıkmazdım ama şimdi neredeyse her haftasonum dışarıda geçiyor. Beni bu Adana mahvetmiş meğer. Olsun ama,ucuz. En azından patatesli sıkma diye bir şey var ve 1 lira 25 kuruş. Turunç da bedava. Akdeniz bölgesinde (deniz şehri olmasa da Akdeniz'e yakın.) 
Yolları da taştanmış.
Yalan.
Asfalttan yolları.
Ve dümdüz. Hiç mi yokuş olmaz koskoca şehirde. İstanbul ve yokuşlarından sonra dümdüz yollarda koşasım geliyor.

Koşalım öyleyse.