1 Aralık 2012 Cumartesi

Blogum ölmüş yorum ağlayanım yok.


Çoğu derste eşit ağırlık sınıfıyla birlikteydik. Anlatmıştım zaten,30 kişilik sınıf kalabalık gürültü vs vs. Sınıflarımız ayrıldı! 6 kişilik sınıfımızla derslere giriyoruz. Sadece tırıvırı (Beden din resim vs.) derslerde birlikteyiz. Onlarda pek sorun olmuyor. Günlerim artık biraz daha sakin ve baş ağrısız geçiyor. 

Bunun dışında hala okulun zaman kaybı olduğunu düşünüyorum ama. Zaten dershanede işliyoruz dersleri birde tekrar okulda aynısını işliyoruz. Tamam tekrar oluyor ama bence artık hızlıca ilerlemek ve bol bol test çözmek lazım. 120 günden az bir zaman kaldı ve ben hala tarih-coğrafya eksiklerimi kapatamadım. Kapatamamaktan da korkmuyor değilim. Öğretmenler şubatta konuların bitmiş olduğunu söyleseler de içten içe tedirgin oluyorum. 

Tedirginlik demişken,tek tedirgin olduğum konu yalnızca bu değil. Hedefler konusunda da çok tedirginim. İnsanlar bölümden üniversiteye kadar bölümlerini belirlemişken ben hala üniversitelerde kararsızlık yaşıyorum. Gideceğim bölüm büyük ihtimalle İngiliz Dili ve Edebiyatı olacak kendimi öğretmen ama tercüman olarak görmediğim için ama hangi üniversite hala yeterince şekillenmiş değil kafamda. Korkuyorum bazen. Sonra yatıştırıyorum kendimi. Evet, kendi kendimle konuşup moralimi düzeltiyorum. Yalnız bana insanlara ihtiyaç duymamayı öğretti. Ben bir psikologa ya da en basitinden bir rehberlik öğretmenine gitsem onun söyleyecekleri de çok farklı olmayacak. hatta sırf ne diyeceğini merakımdan gittim,benim dediğimden daha donanımsız şeyler dedi. Normal de bu zaten. Beni ne kadar iyi tanırsa tanısın benim iç dünyamı benden daha iyi kimse bilemez ki. O yüzden sanırım biraz psikologa  psikiyatra giden insanları desteklemiyorum. Her neyse. 

Hazır yalnızlıktan girmişken dönemin başlarında "yalnız değilim ama kafamı kurcalayan bir şey yok" diyordum ya onun da etkisi geçti. Artık kendimi yitik,bitmiş hissediyorum. O kadar boş bir hafifliğin içerisindeyim ki... Robot gibi her sabah aynı saatte kalkıp aynı şeyleri yaşıyorum akşamsa boşalan bataryayı doldurur gibi yatıyorum. Hatta bu yüzden hafta ve gün kavramımı değiştirdim. Benim için bir gün demek size göre 1 hafta demek. Gün deyince ne gelir insanın aklına sürekli aynı periyotlarla süregelen zaman dilimi. İşte benimde her haftam aynı şekilde süregeldiği için bir haftaya bir gün diyorum. Soyut kavramlarla eğleniyorum.

Böyle geçiyor işte günlerim. Yanımda sandığım arkadaşlarımın aslında yanımda olmadığını görerek. En yakın arkadaşımı kaybedeli uzun zaman oluyor. Burada da anlattığım samimi arkadaşlarımın hiçbir artık yok. Bazen en yanımda olduğunu düşündüğüm arkadaşımdan bile şüphe duyuyorum aramıza bir soğukluk girdiğinden. Zaten haklıyım da şüphe duymakta. Ortada hiçbir şey yokken -aslında sadece bana özel olmasa da- böyle  soğuk davranması beni üzüyor. tabi kendi bileceği şey. Ben kimseyi zorla tutmam ki. Elbet biri gittikçe başka biri gelir. Sonuç olarak kimse hayatımda ebediyen yoktu. Benim için insanları kaybetmek çok zor değil. Biraz üzülürüm sonra geçer. Bu yüzden de hiçbir zaman -bir yerden sonra- karşılıksız aşkı anlayamacağım. 

Ayrıca eşit ağırlık sınıfındakilerin bilmesi yetmiyormuş gibi ÖĞRETMENLER öğrenmiş blog yazdığımı. Türkçeci geldi"Sen blog yazıyormuşsun" dedi. Tabi önce karnıma karşıdan karşıya geçerken araba çarpacak gibi olduğunda oluşan ağrı girdi. Evet, aynen o ağrı girdi. sonra "Evet ama nereden öğrendiniz?" dedim. "Hayranlarından" dedi JKHFDFGKLSJDLŞjkdhgjklsdafgjksasalfkghjlsdkfghskdlfgjasdlfşgjdfslkgsdf. Kaçıncı sınıflar, dedim. Hoca da sadece bir iki kişiden değil ki "10,11,12lerden baya hayranın var" dedi DKFJGJKSALŞFDGHJSDFGKLŞJSKLGHSDKFJdklfjhgsldfgşjksdfşlgjfsdgklvsdfhngklnvsd. okulda popiyim haberim yok kjdsfhgksd

Benim bu okula geçme amacım kimseyle muhatap olmamakken böyle şeyler oluyor ben çok gülüyorum. Biraz sinir de oluyorum ama çaktırmıyorum. 

Blogtan bahsetmişken eskiden beni okuyan yorum yapan seven bir okuyan kitlem vardı yazmayınca o kitle gitmiş blogumu sahipsiz bırakmışlar. Üzülmedim değil yani,kırıldım size ey takipçiler! Blogum ölmüş bir yorum atanım yok..

4 Kasım 2012 Pazar

Uğurlu sayım lacivert.

Her şey yolunda gibi görünmeye devam ediyor. Bir gün bu üstünü örttüğüm duygular götümde patlayacak diye korkmuyor değilim. Ama en azından hazirana kadar idare etsin beni bu durum. Sonrasında rahatım. 

Bu aralar tek derdim dershane-okul. Özellikle okul. "Okul,ben ayrılmak istiyorum." okul o kadar boş ki. Sınava hazırlamıyor,buna rağmen her gün,yarım günümü alıyor. Okulda geçirdiğim 9 saati bana bıraksalar çok daha verimli kullanacağıma eminim. 9 saat ya. her gün 9 saatten haftada.. Neyse bitecek,lise bitecek. 5-6 ay sonra bir daha asla liseli olmayacağım. Artık hayatımda lise diye bir kavram olmayacak. (Kendimi avutma çabaları)

Sürekli üniversiteye geçmeyi düşününce şu anı yaşayamıyorum. Sürekli "Bu lise bitsin artık" diyorum. Bir yıl sonrasını yaşıyorum. Bir yıl sonra tekrar bir yıl sonrasını yaşayacağım. Hayatım planlar silsilesi içinde geçip gidecek,üzülüyorum. İçinde bulunduğum an mutlu etmeyince çözümü gelecekte buluyorum bir nevi. Bir daha hayatımda hiç lise diye bir kavram olmayacak ama bunu düşünürken bir daha hiç 17 yaşında olmayacağımı da düşünmek canımı acıtmıyor değil.

***

Doğum günüm yaklaşıyor. Doğum günlerini saçma bulsam da yerleşmiş "doğum günü" kavramının dışına çok çıkamıyorum. Son 6 yıldır zaten pasta,hediye,kutlama gibi şeyler yapmadığım doğrudur. Ben birine sırf doğum günü diye hediye almam ki. Bir kitapçıya geçerim,uzun zamandır aradığı kitabı görürüm "Aaaa bunu istiyordu ona alayım" der süpriz yaparım. Ya da yolda yürürken bir mağazanın vitrininde gördüğüm bir ürüne bakıp "Bunu çok beğenir" der alırım. Yakın arkadaşlarımın da böyle olması beni mutlu ediyor bu yüzden.
Zaten genelde doğum günlerim kötü geçer. Ama geçen seneki doğum günüm 17 yıldır geçirdiğim en güzel doğum günüydü. O gün benim için anlatılmayacak kadar özel bir gün-dü. Hatta o gün sanırım 4 yıllık lise hayatımda, ileride "ah işte lise yılları" diye minicik bir gülümsemeyle hatırlayacağım üç beş anıdan biriydi.
Geçmişi geçmişte bırakalım,evet.
15 kasımda senfoni orkestrası beni düşünmüş olacak ki tchaikovsky'nin keman konçertosunu çalacak. Büyük ihtimalle dershaneyi ekip yalnız başıma giderim. Sonra eğer orada bir çift görürsem yalnız olduğum için ağlarım. Geçen sene aklıma gelir daha çok ağlarım. AMAN YA DOĞUM GÜNLERİ ÇOK ÖNEMLİ DEĞİL ALTI ÜSTÜ DOĞDUĞUMDAN BERİ DÜNYA 18İNCİ KEZ DÖNÜŞÜNÜ TAMAMLAYACAK!!1!!!!!111!!


  • Ben birinin bana dokunmasına gelemediğimi fark ettim. Çok samimi olduğum insanlarda sorun olmuyor ama fazla tanımadığım insanlar bana dokununca aşırı rahatsız oluyorum. Hatta en son dayanamayıp birine "dokunma bana" dedim. Tabi afalladı bir an. Bende durumu düzeltmek için "Ya birinin bana dokunmasını istemiyorum,seninle ilgili değil kişisel" dedim. Ama insanlar sürekli "Ahahah ilahi ali" "Ali yaaa :D:d.d" gibi bir sözün ardından dokunma gereği duyuyorlar. kötü oluyorum ben. hani "Allah canını almasın" diye insan şakadan vurur ya karşısındakine nasıl irite ediyor beni ah bir bilseniz. Kimse bana dokunmasın,ben kimseye dokunmayayım -ben zaten kimseye dokunamıyorum- geçinip gidelim. 
Bu haftanın mutluluğu: Lacivert.

Dün dershaneye giderken bu ayakkabıyı gördüm. Sıkı takipçilerim bilir,benim en birinci rengim laciverttir. Bu ayakkabıyı görmek de bende kısa süreli bir titremeye neden oldu. Hemen içeri girip "bu ayakkabının 42 numarası var mı?" diye heyecanla sordum. Yoktu. aqladım delice. ama 43ü var deyince bir umut ışığı.... Neyse ki kalıbı küçükmüş iyi ki 42 yokmuş çünkü 43 tam oldu ayağıma. O kadar güzel ki rengi çıkarmak istemedim denediğimde. Tabi dershaneye gidiyorum alışverişe çıkmamışım yanımda çok para yok,utana sıkıla etiketini döndürdüm şans ya İNDİRİMLİYMİŞ.

Utanmasam çığlık atıcam sevincimden hemde tam yanımda o kadar vardı. (Bunun anlamı dershanede aç kalmak) ama nasıl mutlu oldum. Son kalmıştı ve onu da ben aldım. Hemde lacivert. 

DÜNYADAKİ TÜM LACİVERTLER,BİRLEŞİN!

20 Ekim 2012 Cumartesi

Hello loneliness my old friend

EN BİRİNCİ BENİM.


Bu yazıya böyle bir ego tatminiyle başlamak istedim. Dershanede yapılan denemelerde YGS 2.si LYS 1.si olmanın verdiği haklı gururu yaşıyorum. En birinciyim uzayın birincisiyim! 
Tabi beni bu hazineden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahlarım oldu. Bense içinde bulunduğum vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeden vazifeye atıldım! (Atatürk mode off.) Neyse gençliğe hitabeyi bir yana bırakıp olayı anlatayım. Eski okulumdan beri tanıştığım ve iyi anlaşamadığım (iç ses:BİRBİRLERİNDEN NEFRET EDİYORLAR) biri hakkımda bir sürü şeyler atıp tutuyormuş. "Aliler dershanede kullandığımız yayının aynısını okulda da kullanıyorlar,önceden çözmüşlerdir o sınavı o yüzden bu kadar iyi yaptı." diyecek kadar düşük insanlarla aynı sınıftaydım önceden. Bir insan kompleksli olur,hırslı olur ama bu kadar olmaz. Geçen sene ingilizcesi benden iyiydi,ona diyebileceğim bir şey yok ama bir insana böyle bir suçlama artık haddinin aşıldığının kanıtıdır. Zaten anlattığım bu kişi(liksiz) dershanedeki arkadaşlarını da dolduruşa mı getirmiş nedir ne zaman onun arkadaşlarını görsem bana aptal aptal bakmalar,beni işaret etmeler. Geriliyorum.

Dershanedeki sevgilileri gördükçe mutsuz oluyorum. Motivasyonum düşüyor. Ciddi ciddi mutsuzlaşıyorum. Hele ki sıra arkadaşım ve erkek arkadaşının birbirlerine yaptığı cilveler intihar sebebi. Ben yalnızlığı aştım bambaşka bir şey oldum gidiyorum artık.

Yoruluyorum. Yorulacağımı hissetmiştim ya hani,işte şimdi yorulduğumu fark ettim. yorulmaktan öte katlanamadığımı. Bu yılın sonunda overdose bilgi yüzünden zehirlenmekten korkuyorum. Sürekli pencere kenarında oturmazsam rahatlayamıyorum,ya açık pencereden nefes alma ya da gökyüzüne bakma ihtiyacı hissediyorum. Onun dışında iyiyim.

Bu hafta fark ettim ki dershane ve okul öğretmenlerimin benden bir beklentileri var. Benim bile kendimden bir beklentim yokken öğretmenlerimin beklentisi olması beni biraz irite etmedi değil. Üniversite hedefim hala yok. Ama bu demek değil ki "Neresi olsa giderim." Hedefim yok ama bir amaç uğruna ders çalışıyorum aklımda bir kaç üniversite var ama hala oturtamadım aklımda "Ben bu üniversiteye gideceğim" diye. Bunu rehberlik öğretmeni(Nam-ı diğer dershanedeki felsefeci)yle konuştum. O ise aslında hedefimi belirlemediğimi düşünsem de hedefimi çoğu insandan daha iyi belirlediğimi,sene sonunda çok iyi şeyler yapacağımı söyledi. Aklımdaki üniversiteleri saydım. O ise hangisinin benim için daha iyi olacağıyla,benim hobilerimi ve ilgi alanlarımı göz önünde bulundurarak hangi üniversiteyi tercih edebileceğimi söyledi. En son yanından ayrılırken egolarımı da tatmin etti "Gerçekten çok iyi bir okursun,o kadar iyi,nitelikli kitaplar okuyorsun ki üniversitede bunun karşılığını alacaksın. Ve ayrıca sanatla ilgili olman senin için çok büyük bir artı" dedi. O bulutların üzerinde gördüğünüz şey benim götüm. O kadar havalarda.......
Bu olay dışında Vocabulary dersimize giren Tuğçe Hoca'yla konuştuk geçende Amerikan Kültür Edebiyatı mezunu; bende merak ediyordum edebiyatta Beat Kuşağını gösterip göstermediklerini. Derslerini anlatınca ağzım iki metre açık kaldı. Edebiyatlarında Bukowski bile varmış. Daha ne olsun ki! Onunla biraz sohbet ettik,bana o bölümü önerdi. Okuduğu için hiç pişman olmadığını söyledi,hatta tarihçiyle geçen benim hakkımda konuşmuşlar benim kesinlikle bu bölümde okumam gerektiği kanısına varmışlar. "Sen edebiyatla ve genel olarak dünyayla ilgili biri olarak o bölüme gitsen kesinlikle pişman olmazsın"  
YA BENİ BİRİSİ ÖVÜNCE MUTLU OLUYORUM. İŞTE BÖYLE EGOLARIMA HAKİM OLAMIYORUM.

Yeter bu kadar yaptığım ego tatmini. Kapanış şarkımızla uğurluyorum kendimi.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Burnuna ne oldu?


  • Bu haftamın özetini bu soru oluşturuyor. Beden dersinde havuza gidelim diye ısrar ettim. Havuza gittik. 1 aydır havuza girmemenin verdiği özlemle balıklama bir atladım havuza atlayış o atlayış. Havuz 1.90mış,pat burnumu çarptım dibe. Şişti,yara oldu ucuz kurtardım yani kırılmadı şükür. Ama "Cınım burnuna ne oldu senin?" gibi meraklı insanların sorularının altında ezilip kaldım. "Havuzda düştüm" diye geçiştirdiğim oldu "Havuzda çakıldım" dediğim ya da uzun uzun anlattığım. Hande ise bundan "Görmemişin okulunda havuz olmuş tutmuş burnunu kırmış" sonucunu çıkardı. Sevgililerle
  • Burada yazdığım o paragraf eski sevgilime ulaşmış sanırım,brokolililililililerleeee
  • Okuldaki edebiyatçımızla dershanedeki felsefecimizin kanka çıkmaları. BİNGO! Neyse ki edebiyatçıyla aramız düzeldi. O adamın o tavrı bana özel değil tüm öğrencilerine öyleymiş onu fark ettim. suyuna gidince,edebiyatla da ilgili olduğumu görünce pek bir sorun kalmadı. 
  • Hande de ben de hala yalnızız. Dörtlü takılmak için benim bir kız arkadaşa ihtiyacım var; onun da bir erkek arkadaşa ihtiyacı var. İlgililililililereee. Dershaneden ya da okuldan olması tercihimiz doğrusu skjdhgsd
  • Şu dünyadaki her insanın psikolojik tahlilini yaparım ama tek yumurta ikizlerini anlayamam. Klon gibi yahu. Senden bir tane daha var. Bazen aynımdan bir tane daha olsa nasıl bir hayatım olurdu diye düşünüyorum ama imkanı yok hayal edemiyorum. Sanırım egolarım hayal gücümün önüne geçiyor. 
  • Sanırım psikolojimi iyiden iye kaybediyorum. 60 soruda 10 yanlışım çıktı diye neden ağlıyorum ki?
  • Hayatım sıradanlaştığı için,duygulardan ve beynimin içinde tepinen düşüncelerden uzaklaştığım için mutluyum. Sanırım yalnızlığa en güzel çözüm overdose çalışmaymış.
  • Kış geldi. Sınıfta herkes "Çok sıcak klimayı açalım mı" derken aradan çıkıp "Hayır çok soğuk hastayım zaten" diyen zavallı kişi benim. İki hafta içinde gazete manşetlerinde göreceksiniz. "ADANA'DA YAŞAYAN A.A SOĞUKTAN DONARAK DERSHANE KÖŞELERİNDE CAN VERDİ. SON SÖZÜYSE NOLUR KLİMAYI KAPATIN ÇOK HASTAYIM OLDU."
  • BİSİKLETİMİ ÖZLEDİĞĞĞĞMMM :(
  • Eğer bir tanrı varsa beni 1.74 olarak yaratmasının sebebini açıklayabilir umarım. Orta boyluyum. Mutsuzum. 1.80 olup geniş omuzlu olmak istemiyor değilim. İşte bunlar hep mutsuzluk sebebi.
  • Beni şu zor dönemimde ayakta tutan ceviz,fındık,badem ve antep fıstığına her acıktığımda yanımda olan yeşil elma ve muza,öğle aralarında yediğim sandviçime sonsuz minnettarlığımı sunmak istiyorum.
  • Okul kütüphanemiz sahaf gibi. Eski kitaplar,kapıdan girer girmez aldığım o eski kitap kokusu. Beni kitap çalmaya teşvik ediyor. Cesur Yeni Dünya'nın 1964 basımını buldum. Aldım. Geri götürmüş gibi yapıp götürmemeyi planlıyorum. Kitapsan'dan sonra yeni bir marka Kitapçal! 
  • Önce gülelim sonra ağlayalım sonra tekrar gülelim. Tabi dinleyelim.
Kitabım beni bekler!

28 Eylül 2012 Cuma

Bilgisayar mı o da ne?


  • Tam anlamıyla YGS-LYS öğrencisiyim. 
Önceden sadece fiziken öyleydim ama bu hafta itibariyle ruhen de artık "üniversite hazırlık öğrencisiyim" diyebiliyorum. Coğrafya ve matematikte açıklarım var. YGS'ye kadar tamamlayacağıma tüm kalbimle inanıyorum.

  • Edebiyatçı sanırım kendi tükürdüğünü yaladı.
Benim sınıfındaki o insanlardan ayrıldığımı anladı. (Bu bir kibir değildir) Sadece dersiyle ötekilerden daha ilgiliyim. "Kitap okuyorum en mükemmel benim herkes benden düşük" demek değil kastım. Nasıl desem, 30 kişilik sınıfta herkes matematik özürlü ve sadece 2-3 kişi matematikte iyiyse o 2-3 kişi diğer sınıftan ayrılır. O misal. Sabahattin Ali'nin romanlarını sayamayan insanlar var. Ben okumadığım kaldı mı diye düşünürken hayatlarındaki Sabahattin Ali gibi bir eksikle yaşayan insanlar var. Üzüldüm,keşke herkes bir şeylerin bilincinde olsa. Herkes okusa. Neyse hoca benim elimde sürekli kitap olduğunu,okuduğumu ve edebiyatla ilgili olduğumu görünce konusu geldiğinde "Aslında bu yazar-eserleri bilmek çok zor değil,kitap okusaydınız bilirdiniz. Mesela kardelen okuyor ali okuyor..." O gökyüzünde uçan şey benim götüm. evet.

  • Elma
Öğle arasında elma yemeden önce elmaya baktım. Yemyeşil ve sulu bir elma. Sonra ona "Kendini çok mu güzel sanıyorsun siyah noktalarını görmüyor musun?" dedim. O da "İnsanlar çok mu farklı" dedi. Haklıydı. İnsanlar kocaman sulu yeşil elma gibiler. Yaklaştıkça negatif yönlerini görürsün. Bu tadlarının güzel olduğunu değiştirmez. Ama sonuna geldiğinde,onu tamamen tanıdığında, geriye kalan bir kaç çekirdek ve saptan başka bir şey değildir.

  • Yorulacağımı hissettim.
Pazartesi okulda 8 dersten sonra sınav,salı boşum ama çarşamba perşembe cuma 18.00.-20.30 arası 3 ders. Hafta sonunu saymıyorum bile. Eve 9u çeyrek geçe geliyorum. Duşumu aldığın gibi yatıyorum. Ev hayatım uyuyup uyanmaktan ibaret. Yorulacağımı hissettim. Bu yıl boyunca bu tempoyla gidince yılın sonunda nasıl olacağımı merak ettim. 14 saatimi dışarda geçirmeye ne kadar dayanabileceğimi düşünüyorum. Üstesinden geleceğime inanıyorum.  Bilgisayara da oturamıyorum artık eskisi gibi. Zaman denilen kavramın ötesine geçtim ben.Bambaşka bişi oldum.

  • Nietzsche sevmeyin.
Nietzsche'yi anlamadan "Ben Niçe'yi seviyorum" demeyin. Öğretmenler,sözüm size. (Özel olarak Felsefe öğretmenleri) Sınıfta otorite kurmaya çalışıp ben Niçe'yi seviyorum demeyin. Öğrencileriniz size güler. Veya modaya falzaca uygun olup da demeyin bunu. Diğer derslerde bu kadar otoriter öğretmenler yokken felsefe dersinde Niçe'yi seven (!) bir öğretmenin sınıfta bu kadar otoriter davranmasını doğru bulmuyorum. Ben demiyorum ki sınıfı bıraksın herkes dilediği gibi takılsın; diğer derslerle karşılaştırınca felsefe dersinde sınıftaki otorite daha baskın oluyor. Bunu Niçe'yi seven bir öğretmenin yapması.. Neyse siz beni anladınız. Kadın güler yüzlü,tatlı kişisel olarak bir problemim de yok ama o düşüncesi bende kötü bir izlenim bıraktı sadece. Dershanede bir ders zaten felsefe,benim de felsefem iyi.

  • "Sesin çok tok ve kendinden emin"
Siz beni hep yazdıklarımla tanıdınız. Çoğunuz bilmiyorsunuz sesimi. Anlatayım. 9. sınıfta kadar sesim çok inceydi. (Bkz. geometrici bana kızım demişti alay konusu olmuştu) 9'dan sonra ergenlikle birlikte sesim de kalınlaşmaya başladı. Ergen,çatal bir ses. (Bkz. Annemin arkadaşıyla aynı durakta otobüs beklerken kadının "Sesinden tanıdım ya" deyip yanımdaki arkadaşlarıma alay konusu olmam) ama bu yılla birlikte sesim yavaş yavaş oturmaya başladı. Genel olarak bunu duymaya başladığıma göre bir düzelme var demektir. Bu hafta da İngilizce dersinde bir paragrafı okuduktan sonra hoca "Sesin ne kadar tok ve kendinden emin çıkıyor,çok hoşuma gitti" dedi. Ben ilkte dalga geçiyor sandım. "Ciddi misiniz şaka mı yapıyorsunuz?" dedim "Gayet ciddiyim" deyince mutlu oldum. Gerçekten mutlu oldum. Artık daha dikkat ediyorum konuşurken.
Böyle bir takıntım vardır benim,biri bana herhangi bir iyi yorumunu söylediğinde o şey üzerine yoğunlaşıyorum. (Bkz. Yazı yazmak) (Bkz. Bana "Boynun çok güzel denildiğinden beri boynumu daha çok gösterecek T-Shirtler giymem)


  • Üstüme geliyorlar.




BURAYA YAZMAYI ÖZLEMİŞİM AMA. NE KADAR ÇOK BİRİKMİŞİM ORADAN ORAYA ATLA ATLA BİTİREMEDİM.

21 Eylül 2012 Cuma

Cınım alıştın mı okula?

Bu hafta duymaktan bıktığım soru bu. Birde öğretmenlerin "Siz hangi okuldan geldiniz adlarınız ne" sorularından tiksindim. Tanışmayalım, ne gerek var? Zaten yıl uzun tanışırız elbet. Niye böyle herkesin içinde "Adım Ali,Danışment Gaziden geldim" demem gerekiyor ki? Birde "Neden geldin?" diye soran meraklı tipler var. Geldim işte öyle geldim. Boşversene alla alla. Ben öyle konuşmayı seven bir insan değilim,kalabalık ortamlarda konuşma özürlüsü oluyorum. Asosyal bir insan olarak insanlarla konuşmada zorluk çekiyorum.

Skip yapamadığım için üzülüyorum. Neyse ki ilk hafta bitti. Artık tanışma yok. Alıştınız mı sorusu da ortadan kalkarsa çok mesud oliciğim!

Okulun ilk gününe nazaran öteki günlerim daha güzel geçti. Öğretmenlerimizin neredeyse hepsini sevdim. Biraz milliyetçi olacağım ama Petersburg'lu olan kelime hocasını ayrı bir sevdim. Petersburg'lu kadın. Saint Petersburg.. Tolstoy'un Dostoyevski'nin Petersburgu.. PETERSBURG'LU YANİ. BİLDİĞİN PETERSBURG. Benim aşık olduğum şehir.. Beyaz Geceleri yaşamayı, kendi Nastenka'mı bulmayı istediğim şehir..

Bu hafta içinde tepkisizliği öğrendim. Sınıfa giriyorum,sırama oturuyorum ve yüzümde hiçbir ifade olmaksızın etrafı izliyorum sadece. TM'lerle birleştiğimiz dersler zaten baş ağrısı yüzünden gülmek ya da konuşmak gibi eylemlere çok çok uzak kalıyorum. Bir tek felsefe dersinde güldüm onun dışında çok soğuk hissediyorum kendimi. Zorlayarak ısınmaya çalışıyorum. Sanırım zorlamasam da olur. Sahi niye zorluyorum ki alışmak için? Alışmak zorunda mıyım?

-Zorunda mıyım- kalıbını çok kullanıyorum en son başıma bir iş gelecek gibi. Bunu öğretmenlere kullanıyorum bazen ağzımdan kaçıyor. Olmuyor. Çeki düzen ver kendine.

11. sınıfımın özeti tenefüslerde ve öğle aralarında koridora çıkıp bir yerlere oturmaktı. Bizim dilciler zaten ayrı bir koridor olduğu için koridora çıkıp oturmam gayet normal karşılanıyordu. Hatta 12.sınıflar bir ara önüme mendil açmışlardı. Zaten ne zaman oraya otursam Hande gelip rahatsız ederdi. Benim için o güneş görmeyen koridor eğlence yeriydi. Hayata farklı açılardan bakma yeri bir nevi.
Bu okulda ise koridora oturdum diye her gelen geçen dikkatli dikkatli beni süzüyor. Tanıyanlar napıyorsun ya yerde ehheehuahauhauahuehue sandalye getirelim mi, diyor. Kimisi ise "Çok depresif görünüyorsun" orada diyor. Depresif görünmemin nedeni tepkisizliğim olabilir ama o kadar depresif değilim okul açıldığından beri. Hala yalnızım,beni doğru dürüst anlayan kimse yok çevremde ama çevremde insanlar var. O yüzden yalnızlık kafama balyozla vurmuyor. Konumuz bu değildi neyse.Evet koridorda oturmak. Bence çok güzel. Hele ki koridorda oturup farkında olmadan bir yere odaklı kalıyorum sanırım. O sırada hiç düşünmeyeceğin şeyler geçiyor aklından. Ama bu demek değil ki ben depresifim kıyıda köşede oturuyorum,mutsuzum. Bunlarda 11.sınıfımın özeti olan fotoğraflar. Bence çok güzeldi. En azından normal karşılanıyordu.


Eski sevgilimle aynı okulda olmanın ve bunu sınıfımdaki çoğu insanın biliyor olmasının verdiği acı. Aradan bir yılı aşkın süre geçmiş hala neyin kafası be canım? Ne ben seninle sevgili olmak istiyorum ne de sen benimle sevgili olmak istiyorsun. Aslında senden emin değilim ama istiyorsan da bence isteme. Yaptığın sayısız dengesizlik ve ergenliği çekecek Ali yok artık. İlk gün omzuma çarpman gerçekten çok komikti. Görmezlikten geldikçe gözüme gözüme sokmaya çalışmana gerek yok kendini. Sevgili olduk ayrıldık bitti bu kadar abartılacak bir şey yoktu bunda. Artık sende eski sevgili gibi olsan. Ya da beni hiç tanımıyormuş gibi yapsan.  UMARIM BURAYI OKUMUŞ KENDİNE PAY ÇIKARMIŞSINDIR. TŞK.

Bugün serviste yanıma bir çocuk oturdu 5'e gidiyormuş. Tosuncuk bir şey. "Abi lol oynuyor musun?" dedi. Bende "Ben oynamıyorum ama kardeşim oynuyor" dedim. Uzun uzun bir sürü şey anlattı bana. Oyun bilgisini yazıya dökse çok geniş kapsamlı bir makale yazar o derece bilgili oyun konusunda. Wolf team dedi counter dedi. Demediği kalmadı. Bende öyle oyunlarla arası pek iyi bir insan değilim ama çocuğun şevkini kırmamak için dinledim. Counter'ı biliyordum ama o bile değişmiş online bir oyun haline gelmiş. Sıkılma haddimin son damlalarında indi zaten çocuk.

Sanırım tumblr ve blogger kullandığım eski sevgilim ve tayfası tarafından sınıfa uçurulmuş. Artık buraya yazdıklarımda daha dikkatli davranacağım (ya da hiç yazmayacağım).

17 Eylül 2012 Pazartesi

Merhaba okulun ilk günü,merhaba yeni okul.

Buraya "Yeni arkadaşlıklar yeni okul yeni sınıf :):):):):9." diye gelmek isterdim ama maalesef ki öyle olmadı. Yani oldu da ":):):):" bölümü olmadı. Yeni arkadaşlar -_-" oldu.

Hem birlikte gideriz hem onların evi bizden daha yakın diye dün Kardelen'lerde kaldım (Kardelen'le birlikte değiştirdik okulumuzu). 
Okula saat 8.15te gidip 9.30a kadar bekledik. 9 buçuktan sonra ne olduğunu bence yapanların da anlamadığı konuşma yapıldı. Ondan sonra birinci sınıfların (Bildiğimiz 1, dokuzuncu sınıf olan değil) sınıflara geçme törenleri yapıldı. Bizi de konferans salonuna aldılar. Bir konuşma daha yaptılar. Her zamanki bildiğimiz konuşmalar işte. Eğitimi bilim eşliğinde Atatürk ilke inkılapları dahilinde çağdaş modern kültürlü bireyler temalı konuşma. Konuşmadan sonra sınıflarımıza çıktık. İlk dersimiz Edebiyattı. Birde yeni bir yönetmelik gelmiş okullara sanırım ya da öğretmen eksikliğinden bunu uyguluyorlar; biz TM'lerle birleşip görüyoruz Edebiyat,Coğrafya gibi dersleri. Ona canım sıkılmadı değil. Bize LYS'de yaramayacak derste ne işimiz var bizim. Hadi coğrafya YGS için tamam da edebiyat? 

"Hadi neyse edebiyatı severim,işleriz güzel geçer zaten Cumhuriyet dönemi" kafasıyla kendimi avutarak sınıfa girdim. Ders olağan şekliyle gidiyordu ki konu yazılılara geldi. Edebiyat işlediğimiz;hatta TMlerle işlediğimiz yetmezmiş gibi birde edebiyat yazılıları da ortak olacakmış. Sınavda işime yaramayacak derse neden çalışayım ki? Banane. Sınav döneminde "Edebiyatta görelim kültür" mantığıyla hareket edemem ben ki zaten edebiyatla ilgili biriyim. Bunun için ayrıca ders olarak görmeme gerek yok. Bende hocaya "Hocam biz zaten LYS'de çözmeyeceğimize göre yazılılarımızda anlam sorsanız yani daha doğrusu YGS denemesi şeklinde olursa hem biz angarya yazılıya girmemiş oluruz hem de yararı olur" dedim. 

ŞİMDİ SORARIM SİZE BU CÜMLEDE ÇOK BİLMİŞLİK VAR MI?

Adam döndü bana dedi ki "Sen kaç yıldır çalışıyorsun?" "Çalışmak?" diye kaldım ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum. "Okulda çalışmak yani" dedi. Hala anlamıyorum "Ayağa kalk" dedi. Kalktım. "Burada öğretmen benim, 20 yıldır bu işteyim sen benden daha mı iyi bileceksin" dedi. "Sadece bir öneri sundum size" dedim. "Önerini isteyen oldu mu? En nefret ettiğim öğrenci tipi çok bilmiş" dedi. O sırada ben de oturdum. "Ben sana otur dedim mi?" dedi. 
LAN SİKERİM SENİ DE OTUR DEMENİ DE! REZİL ETTİN BİR ŞEY DEDİM DİYE. OTURURUM KALKARIM SANA MI SORCAM?! SANA ÜNİVERSİTE DİPLOMASI VEREN ÜNİVERSİTENİN REKTÖRÜNÜ -SANSÜR- diyemedim ya la. Tekrar kalktım. Dilcilerden birine "Sen geçen seneki dilcilerin sınavları nasıl oluyor hiç sordun mu?" dedi hayır,dedi çocuk. Bu sordu mu, dedi. Tekrar hayır dedi. Adam da "Zaten öyle yapıyorum 40 soru tam ygs formatında oluyor" dedi. Madem öyle yapıyorsun niye beni böyle aşağılamaya çalıştın kişiliksiz. Madem öyle yapıyorsun niye aynı sınav olacak dedin ironisini siktiğim.

Dersin sonuna doğru tekrar bana döndü "Seni de aşağıladım evet iğneleyici konuştum çünkü seçtiğin "angarya" kelimesinden dolayı,eğer siz benim dersimi angarya olarak görüyorsanız benim de sizi angarya olarak görmem gerek ama dil sınıfları benim en sevdiğim sınıflardır" dedi. Böyle dedi çünkü söylediklerimi kulağıyla değil götüyle dinlemiş. Ben dersiniz çok gereksiz demişim gibi muamele yaptı. Bende siz beni anlamadınız dedim. Adam da aklı sıra espri yaptı "Yok ben çok iyi anladım paragrafta anlam sorularında full yapardım" dedi. Baktım uzatmaya devam ediyor "Tamam. Özür dilerim" dedim. Özür dilerim diye söylenir "İstediğin buydu tartışmanın başından beri oldu mu" diye anlaşılır. Umarım anlaışlmıştır. O da "Ben öğrencilerimi böyle ara sıra aşağılarım sana özel bir şey değil,bende değerinde değişmedi" dedi. Sorun değil, dedim. Sanki değişse çok sikimde olacak. Edebiyatçı beni sevmiyo yhaaa :(((888

Kaç yaşına gelmiş ama kişiliğini hala oturtamamış,egosunu kendinin yarısı kadar olan öğrencilerini aşağılayarak tatmin eden bir öğretmen. Canım sen 20 yıl çalışmışsın öğretmen olarak ama adam olamamışsın. Tamam angarya sözcüğünde hatalı olabilirdim ama sen bana böyle aşağılayıcı tavırla gelmek yerine "Angarya yanlış sözcük,zaten geçen senelerde de sınavları öyle yapıyordum" deyip geçebilirdin. İnsanları küçük düşürmek seni yüceltmez tam tersine o küçük gördüklerinden daha alçak bir noktaya düşürür. 20 yıllık öğretmenlik,yaklaşık 40 yıllık insanlık(!) hayatında bunun farkına varamamış olman acı. Ayrıca kaç yaşına gelmişsin insanlara "Bu" diye hitap edilmeyeceğini öğrenememişsin hemde Türkçe öğretmenisin. Ben bunu 5-6 yaşındayken öğrenmiştim. İş yaşta ya da çalışma yılında bitmiyormuş demek. Kişilikte bitiyormuş. 

Bu kibir tüm edebiyat öğretmenlerinde mi var, anlamıyorum. Tamam edebiyat fakültesi bitirdiniz tamam 4 yılda sayısız edebi eser okudunuz tamam kültürlüsünüz tamam aydınsız TAMAM SİZSİNİZ TAMAM. Bu eğer insana küçümseme yetisi veriyorsa bende her önüme geleni küçük düşüreyim. Aşın bu mantığı lütfen. Tek kitap okuyan siz değilsiniz,bu ilgi meselesi. Çoğunluk sevmiyor,okumuyor diye herkesi bu kıstasa göre değerlendiremezsiniz. Neyse.

Sorunlu edebiyat dersinden sonra dersimiz coğrafyaydı. Yine TMlerle. Çıkmış YGS coğrafya sorularını çözdük. Kadın çözmek için çabaladı daha doğrusu. Ne kadar geveze bir sınıf. kadın bir şeyler anlatmaya çalışıyor kızın biri oradan "Bunun üstünde niye bu kadar durdunuz ki yani herkes biliyor zaten" diyor. Kadın kızmıyor diye kadını çileden çıkardılar. Üzüldüm doğrusu kadına, yazık yani. Tamam sen orada paranla okuyor olabilirsin ama bu sana sınıfta bağırma çağırma veya dersi bölme hakkı vermez ki. Dinlemek istemiyorsan sıkıldıysan koy kafanı sıraya uyu. Öğretmene yaptıklarından ben rahatsız oldum doğrusu. Neyse ki zil çaldı öğle arasına girdik.

Öğle arasındaysa Kardelen'i de alıp bahçenin en sakin yerinde çöktük yere kitap okuduk. O sırada coğrafyacı geldi "Oy ben size kurban olurum. İsterseniz öğle aralarında benim sınıfıma gidin kapıyı da içten kilitlersiniz orada rahat rahat kitap okur ders çalışırsınız" dedi. Ben zaten kadına hem üzülmüş hemde sevmiştim ki daha çok sevdim. Yarından itibaren artık öğle aralarında rahat rahat kitap okuyabileceğimiz bir sınıfımız var. Mutluyum!

İlk günüm böyle geçti. Dil sınıfı olarak 6 kişiyiz. Bu da demek oluyor ki haftanın yarısı 6 kişilik sınıfla ders işliyor olacağız. Dil sınıfındaki öğrencileri sevdim. Zaten ben ve Kardelen ikimiz öteki 4lünün de üçünü tanıyorum "kendi sınıf"ım olan sınıfa alışma evresini es geçtik gitti. bakalım öteki günlerim nasıl geçecek.

13 Eylül 2012 Perşembe

Dna'lar bile kendini eşliyor ben hala yalnızım.

Dün geceden beri yalnızlıkta kombo yapıyorum. Sürekli karşıma çıkan sevgili fotoğrafları mı dersiniz,gözüme kestirdiğim insanların sevgilisi olması mı dersiniz yoksa yolun ortasında birbirine sarılanlar mı dersiniz bilmem. Bildiğim tek şey yalnızlığı da aşıp bambaşka bir şey olduğum.

Bugün iki yalnız olarak Hande'yle birlikte Hande'nin arkadaşının dershane çıkışına gittik. Arkadaşı gözüne bir kız bir erkek kestirmiş onları bize ayarlayıp 4lü takılacağız. Yüce İsa 4lü yapıyorduk! neyse

Buluştuk ve kız anında kötü haberi verdi "Sana düşündüğümüz kızın dersi iptal olmuş ama çocuğun dersi var" bende bir mutsuzluk bir yalnızlık.. Çocuğun dersi de 1 saat sonra bitecekmiş diye kalkıp bir yerde oturduk,yemek yedik.
İstediklerimizi sipariş verdik biraz bekleyince Hande "Biraz acele olabilir mi?" dedi. Kadın Hande'ye doğru eğilip "Pişiyo" yaptı. Tabi burada o hareketi anlatamam görmeniz lazımdı. Bu hareketten sonra ben ve Hande'nin arkadaşı yerlerdeyiz. Hande'de aynı şekilde kadına "Olabilir" cevabını verdikten sonrasını hatırlamıyorum. 
Siparişler geldi,bir yandan yiyoruz bir yandan sohbet ediyoruz. Hande uzun zamandır facebookta fotoğraflarını görüp eridiği çocuğu anlatıyordu aradan 10 dakika geçmedi kapı açıldı ve çocuk içeri girdi. Çocuğun içeri girmesiyle Hande'nin elindeki patatesi "Ağha" diyerek düşürmesi bir oldu. Tabi biz haykırışlardayız Hande rezilliğinden yerin dibine girdi. Çocuk cool,havası var çünkü. Hande çocuğa bakıp "Tam sarılmalık yalnız" derken karşıdan gelen bir kadın çocuğa sarıldı. Aqladıkkk delice :((888. Çocuk çıkıp giderken arkadan çok güzel efekt verdim Hande'ye "Beni göreceksin sanıyordum ama sen beni geçtin dııııırııt dııırıııt lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim" 

Oradan çıkıp tekrar dershanelerine döndük. Boş bir sınıfta beklerken tahtada virüslerle ilgili bi konu vardı "Dna'larını eşleyebilirler" yazıyordu. Başlıkta oradan geliyor. 
Bana ayarlayacakları kız yoktu ama başka bir kızla karşılaştık. Renkli gözlü sarışın,hoş gülümsemesi var. Hande'yle birbirimize bakıyoruz. Ben ona "Olur bu olur bu kesinlikle olur" dedim o da "Bence de olur" dedi bakışlarıyla. Tam o sırada Hande'ye bulunan çocuk geçti önümüzden. Ama o geçerken okuldan arkadaşlarımızla karşılaştık! Tam etkileşimin olacağı sırada böyle gereksiz muhabbetler döndü. Hande'nin içi gitti. Madem öyle oldu hadi onların yemek yediği yere gidelim dedik. Tek boş masa yanlarındaki masaydı oturduk. Adam ne yiyeceksiniz dedi üçümüz birbirimize bakıyoruz. Tıka basa doluyuz su içecek bile yerimiz yok "Biz sonra alalım" dedik. Aradan 20 dakika geçti garson yine geldi. Bir limonata söyledik. Limonata da nasıl iğrenç bir limonata nasıl boğazını yakıyor insanın. Orada oturduğumuz süre boyunca kimden bahsettiysek yanımızda bitti. 

Ama bomba ise Hande'nin ilkokul arkadaşının yanımıza gelip "Sevgilinni?" diye sorması oldu. Sonra "Ders çalışıyok olm biz çalışıyok" dedikten sonra devrelerimiz yandı.

Sonra çocuk kalktı o sırada tekrar arka fona isyankar çoban rapçiyi koyduk. Evrene yolladığımız tüm enerji götümüzde patladı. Dönüşte sayısız çift gördük. Hepsi ayrılsın diye negatif enerji gönderdik ama o enerjiler önce büyüdü sonra götümüze girdi. Yoksa bugünün başka bir açıklaması olamaz. 

Hala yalnızız. Hala mutsuzuz. Biraz daha çabalarsak dünyadaki kalan tek yalnızlar olarak tarihe geçmeyi planlıyoruz.

kapanışı da bu şarkıyla yapıyoruz.

Dipnot: Yeni okulumun forması iğrenç. Ben hayatımda bu kadar amele bir forma görmedim. Özel okul olmuş ama forması neden bu kadar berbat anlamadım. Hele ki pantolon.. İncil satan amca pantolonuna benziyor. 

5 Eylül 2012 Çarşamba

Günlerimden notlar


  • Dershane sıktıkça yüzmek ve bisiklet sürmek rahatlatıyor. Uzun zaman ardından tekrar bisiklet sürmeye başladığımın göstergesi bu da. Özlemişim rüzgarla yarışmayı.
  • Yüzmek demişken havuzda biriyle arkadaş oldum. 6. sınıf. bildiğin 6.sınıfa geçmiş bir arkadaşım var artık. Alp adı. Birlikte yüzüyoruz. Ben zaten ya 60 yaşın üstündeki yaşlılarla anlaşabiliyorum ya da böyle küçük çocuklarla. Ortayı bulamadım bir türlü. 
  • Dershane demek düzenli hayat demek,düzenli uyku,düzenli test çözmek demek. Hayatın yavaş yavaş tempoya girmesi demek. Her şey düzene girerken artık düşüncelerimi de düzene sokmam gerek demek.
  • Dershane güzel gidiyor. Türkçeciyle kanka olduk. Çok sevimli bir kadın,topuklu giymesine rağmen boyu kısacık. Sürekli bana takılıp duruyor derste,eski öğrencileri beni kıskanıyorlarmış ilk günden adımı öğrendiği ve benimle fazla ilgilendiği için. Benim adımı hemen öğrenmesinin nedeni de dershanenin ilk günü ilk ders onundu,bizde kapıda Hande'yle duruyorduk o sırada sınıfa girdi. Bize bir şeyler söyleyip takıldı sonra ben cevap verdim "Bak seeeen" yaptı derken 18 kişilik sınıfta da kitap okuma işini ciddiye alan (hatta neredeyse tek kitap okuyan) bir ben olunca ayrı bir havam oldu tabi. ehhehe.

  • İngilizcecinin götüne kibrini sokmak için adam topluyorum gelen var mı? Bir insan bu kadar mı kibirli olur? İlk ders geldi İngilizce sohbet etti bizimle (Adam türk.) Sınavla ilgili duymaktan bıktığımız genel bilgilerden bahsetti,bende gelemedim bu duruma ikinci ders "Bu ders ders işlesek rehberlik yapmasak" deyince "Ben burda bir ders sizinle İngilizce konuştum,bu da bir dersti sen rehberlik diyorsun,sorarım sana speakingin yeterli düzeyde mi?" diye küçük düşürmeye çalıştı beni orospu çocuğu. Ben küfür etmeyi sevmem fakat bunu haketti o,neyse. O ders sürekli olarak beni küçük düşürmeye çalıştı,hedefimi sordu cevap verdim hemen ingilizce şiir açtı vesaire vesaire.. "Ben çok şiir okurum,tiyatroyla ilgiliyim.." "BANANE BANANE SORDUK MU ŞİİRLE İLGİLİ MİSİN TİYATRO SEVER MİSİN DİYE. BANANE YARRAAAAM" demek istedim,demedim. Diyemedim. 
  • Benim de egoist bir yapım var fakat kendini herkesten üstün gören insanlara tahammülüm yoktur. Ego ve kibir arasında büyük fark var çünkü,bunu bir ara uzun uzun anlatıyım ben. 
  • Okulumu değiştirdim. Bu konuya okul açıldıktan sonra değineceğim.
  • Dershane için kezban kampı demiştim,hala o düşüncemden vazgeçmedim ama "yoklukta gideri var" diyebileceğim bir kaç kız buldum,önceden tanışıyorduk biriyle ötekiler de arkadaşları. hepsiyle tanıştım. Geçen yanıma oturan kızdan sanırım etkilendim. Psikologa gidiyormuş, bugün konuştuk "Aslında senin psikolojik sorunların yok,sadece toplumun normal gördüğü biçimde değilsin ve belirli kalıplara girmek için psikologa gidiyorsun. Düşünsene neye göre sorunun var kime göre sorunlusun?" dedim tam vazgeçiriyordum ki arkadaşları hemen "Kesinlikle gitmelisiiaaan!" yaptı. Gitmeyeydi iyiydi.. 
  • 12 GÜN SONRA OKUL AÇILIYOR. 
  • Okulun açılması demek bisiklete,havuza,filmlere hoşçakal demek. Serviste kitap okuyup müzik dinlemeye,testlerin içine gömülmeye evden sabahın köründe çıkıp akşam dönmek demek. Aqladm delicee :(
  • Ben bir ara nefret ettiğim bir insanın hikayesini anlatacağım size. Ama birinin bana hatırlatması gerek,şu an hiç uygun değil ona olan nefretim yoğunlaştığında hatırlatın da anlatayım,güleriz birlikte(hem benim ergen atarlarıma hem onun şu anda düştüğü komik duruma).


Dipnot: O barbara niye orada diyeceksiniz,bende bilmiyorum postu yazarken yan sekmede onun fotoğrafı açıktı,ekleyeyim dedim. Güzele bakmak sevaptır sevap pointsiniz artar.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Sonra dershane başlar

Artık resmen YGS-LYS öğrencisiyim. Bugün de dershanemin sınavı vardı. Dershane başlamadan dolabıma yeni bir kaç parça eşya alındı,ilk izlenim önemlidir diye düşünüp 1 haftadır yağlı bir şeyler bile yemedim yüzümde sivilce mivilce çıkmasın diye ama inat ya yine çıktı bir tane. Zaten en olmadık zamanda çıkar bu sivilceler. Bazı insanlarda aynı bu sivilceler gibi,hiç olmaması yerde biter zaten. Neyse

Sınavdan önce tabi ki her liseli ergen gibi bende aynı dershanede olduğum arkadaşımla erken buluşma kararı alıp görüşme yeri planlamıştık, orada görüştük. Hatta ben ona bir jest yapıp elimde iki browni intense ile gittim,sınava mutlu girelim diye. 3 aydır görüşmemenin verdiği özlem birikmiş dedikodular derken dershaneye vardık. 

Ayrıca erken gitmemizin bir nedeni de bu yıl ki "cici" arkadaşlarımızla tanış...... Tabi ki de değildi. Girişteki o dershanenin öğrencilerinin takıldığı yere oturup girenleri kesecektik. Dershane demek yeni ortam demek,ve biz yalnızlar için yeni bir sevgili kapısı demek. Ona uzun boylu geniş omuzlu bir erkek bana da beyaz tenli uzun bacaklı bir hatun aramak için oturduk. Fakat dershane dershane değil kezban kampı mübarek nerede saçma insan var dershaneye doluşmuş. Büyük hayal kırıklığı. Sonra Ali ve Hande'nin qözyaşları AqaRrrr :((88

Derken sınav geldi,sınav kolaydı. Matematik ve coğrafya hariç yaptığım soruların çoğundan eminim. Doğrusu bu kadar kolay geçeceğini de düşünmemiştim. Ama matematik ve coğrafya görmeyişimizin eksikliğini her sınavda görüyorum,bu beni üzüyor ve okul idaresinin sülalesine ana avrat sövüdürüyor.. Bu konuya girmek istemiyorum.

3 aydır görüşmeyen iki arkadaş olarak gidip oturduk sohbet muhabbet derken baya zaman geçirdik. Biraz kafa dağıtmış oldum. Uzun zamandır dışarı çıkmıyordum sosyalleşmiş oldum. Dershane başladı zaten haftanın üç günü dershane var 3 günü dışardayım hadi bakalım.

Ama asıl merak ettiğim sınav sonucum. Eğer ilk sınıfta olmazsam kendimi intihar ederim sanırım. Yani o kezbanlar beni geçemez değil mi en birinci benim ne de olsa yaz tatilinin gelmiş olması en birincinin ben olduğumu değiştirmez 
(Egolarını kendi kendine şişirdi,gidiyor)

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Another Brick in the Wall

Kardeşim bayramda her çocuk gibi bir sürü patlayıcı madde almış ama hepsini patlatamamış. Gelmiş bana dert yanıyor. Bende ders çalışmaya çalışıyorum.. İlkte kovdum odamdan "Ya bi git ergen misin çocuk musun belli değil arasında kalmışsın test çözüyoz şurda!11" diye atarlandıktan bir süre sonra geri çağırdım.

"Ne var patlayıcı maddelerinden? Gel yakıp yandaki okula atalım." deyip hemen Another Brick in the Wall'u açtım. Bir yandan penceremden okula torpil atıyoruz bir yandan Pink Floyd çalıyor çılgın atıyoruz evde kkjhfdgkjsd

Okulu bombalamış kadar stres attım ama teşekkürler bayramda satılan patlayıcılar teşekkürler ergen kardeşim.

24 Ağustos 2012 Cuma

Zaman ellerimin arasından su gibi akıp geçiyor..

En son telefonuma gelen mesajın ardından 8 gün
En son sevgilimin oluşunun ardından 1 yıl
En birine gerçekten güvenişimin ardından 9 ay
Birini karşılıksız sevmenin ne demek olduğunu öğrenmemin ardından 8 ay
Birine sarılıp her şeyi unutmamın ardından 11 ay
Biriyle yağmurda ıslanışımın ardından 9 ay
En son bisiklete binişimin ardından 25 gün
En son kitap bitirişimin ardından 13 gün
En son bir bira açıp bir arkadaşımla sohbet edişimin ardından 1,5ay
Farklı bir şeyler deneyişimin ardından 12 gün
Birini tüm hücrelerimle sevişimin ardından 4 yıl
Birini özleyişimin ardından 2 saat
En son ağlamamın ardından 12 gün
En son gökyüzünü izleyişimin ardından 1 hafta
Gerçek bir arkadaşa sahip olmadığımı hissedişimin ardından 49 dakika
En son film izlememin ardından 5 saat
Biriyle birlikte oluşumun ardından 27 gün
Biriyle ilgili hayaller kuruşumun ardından 1 ay
Gerçekten yalnız olduğumu fark etmemin ardından 6 ay
"Hadi dışarı çıkalım stres atalım" diyecek bir arkadaşımın olmadığını görmemin ardından 7 ay
Kendimi avutmayı bırakışımın ardından 1ay
Kendime sitem edişimin ardından 2 saat
Birini isteyip elde edişimin ardından 3 hafta
Her şeye ilgisizliğimin başlayışı ardından 5 ay

Geçti
Ve bütün bunlara rağmen yaşıyorum. yalnız değilsin diyorsunuz ya hani,işte ben yalnızım. Eğer yatağa girdiğinizde düşünüp mutlu olabileceğiniz bir şeyiniz yoksa yalnız ve mutsuzsunuzdur. 
O kadar zaman geçiyor herkes gidiyor,kimisi geri dönüyor kimisiyse devam ediyor yaşamına. Bende devam ediyorum. Buna nasıl devam etmek denilirse. Hayatta olmam yaşıyor olduğum anlamına gelmez. Söyleyeceklerim bu kadar.

19 Ağustos 2012 Pazar

Bayram gelmiş neyime?

Zaten dünden belliydi korkunç bir bayram geçireceğim. Yeni eve 2 ay geçmesine rağmen hala alışamadım ben. Dede ve neneyle birlikte yaşamak o kadar zor ki.. Arada kuşak farkı değil kuşak-lar farkı var bir türlü anlaşamıyoruz. Onlar hâlâ o eski dünyada yaşıyorlar. Biz onlara göre fazla ilerideyiz. Değiştirmek de imkansız,bizim onlara ayak uydurmamız da. İki arada bir derede yaşıyoruz hep beraber..
Dünde dedem taktı kafaya seni bayram namazına kaldıracam diye. Ne namazı allasen dede ya? Neyin namazı? Ben zaten öyle dini bütün bir insan değilim,normalde namaz kılmıyorum birde erkenden kalkıp mı kılacam? Neyse ki anneannem bir şeyler uydurmuş kaldırmadı sabah beni bir yere.

Ayrıca eğer sizde benimle aynı dertten muzdaripseniz o yaşlılara iyi bakın. Çünkü anneannem geçen ameliyat oldu belinden. Durumu iyi,eve geldi. Eve geldi ve hasta ziyareti denen illeti de yanında getirdi. Hayır kadın hasta siz niye kadını ziyarete geliyorsunuz ki!? Hasta dinlenmesi lazım siz gelip yoruyorsunuz. Hasta ziyaret edilmez yahu. Ben hastalanırsam kimse etmesin beni ziyaret. Bırakın dinleneyim sakin sakin. 

Kapılar hiç susmak bilmedi. Bir de yaşlı kesim olduğu için gelenler. Evlerimiz de yanyana olduğu için gelen bizim zile basıyor bilmediği için. Kimisi de hem bizim zile hem anneannemlerin ziline aynı anda basıyor (Pişkinlik+Yüzsüzlük) Ve bizde tatilde olan iki kardeş sinir krizleri geçiriyoruz..

Bayramın o yüzden çok farkı olmadı. Gelen giden kolonya şeker. Yaşlılar geldikçe ellerini öptürdüler. Ellerini öptürüp para vermediler. "Hayır madem para vermeyeceksin niye elini öptürüyorsun yarraaaaam" dememek için kendimi çok tuttum çok! 

Birde babaanne ve dede ziyaretine, köye gittik. Onlar kendi hallerindeler babaannem zaten sessiz yaşlı sakin eve alıp beslemelik. Bizde kalırdı hastaneye şehre geldiği zaman,televizyonda izdivaçı açar izlerken oturarak uyurdu. Uyurken birde gülümserdi çok sevimli gelirdi bana. 
Köyün olmazsa olmazı olarak divana uzanıp ağacın altında uyudum. Uyandığım zaman gitmeye hazırlanıyorduk. Ama o nasıl tatlı bir uykuydu.

Bu bayram da harçlık verenim olmadı. Sadece babam ve dedem verdi. Oda 80 liraya tekabül ediyor. Neyse beni bir süre idare eder. Zaten dershane açılıyor bayramdan sonra. Dershanenin açılması demek annemin düzenli harçlık vermesi demek. Şimdi 80 liralık hazinemle hangi kitapları alacağımı düşüneyim...

14 Ağustos 2012 Salı

Hepimiz iki kişiyiz.

İnsanlar iki kişidir. Oldukları kişi ve göründükleri kişi. 

Kimse olduğu gibi görünmez ya da göründüğü gibi olmaz. Olduğu kişi vardır,birde göründüğü kişi.

Göründüğümüz kişiyi daha sıklıkla oynarız. Arkadaşlarımızın yanında,okulda,yolda,işte hatta evde bile zaman zaman göründüğümüz kişi. Konuşan gülen eğlenen insanları seven ve buna benzer şeylerden haz duyan.. 
Hobilerimiz,sanat anlayışımız ve buna benzer her şey göründüğümüz kişidir. Çoğu arkadaşımıza da hep bu yüzümüzü gösteririz. Bu bizim maskemizdir dış dünyaya karşı bir nevi. 

Birde olduğumuz kişi vardır. Benim "gerçek ben" olarak adlandırdığım kişi. Bütün gün sonunda odanıza girip üstünüzü değiştirirken göründüğünüz kişiyi de katlayıp dolaba kaldırdıktan sonra olduğunuz kişiyle başbaşa kalırsınız. 

Göründüğünüz kişi ne ise olduğunuz kişi o değildir. Mutsuz,huysuz,sıkılgan. Yalnız. En çokta yalnız. Tamamen "ben"den oluştuğu içinse bencil. Bir insan "yalnızım" diyorsa olduğu kişiden bahsediyordur. Çünkü hiçbir insan yalnız değil. Toplum içinde yaşıyoruz yanımızda kimsenin olmaması imkansız. Ama birinin yanında olması demek bazen sizi anlaması demek değildir. 


Göründüğü kişiye daha çok zaman ayıranlar,arkadaş ortamları oldukça geniş,çevreleri kalabalık ve -iyi gününde- dostum diyebileceği onlarca insana sahip olan kişiler. Düşünmekten çok konuşabilenler. Her şeyi fazla umursamadan yaşayabilenler. Olduğu kişiye zaman ayırmayanlar. Olmak istediklerine odaklanmaktan asıl olduklarını unutmaya yönelenler. Sadece uyumadan önce o kişiyle karşılaşanlar.
Olduğu kişiye zaman ayıranlar ise yalnız olan insanlar,düşünmekten beynini patlatanlar. Göründüğü kişiye önem vermek istese bile veremeyenler. 

En çokta olduğu kişiyi yaşamayanları anlamıyorum. Göründüğün kişi bir yere kadar yanında olur ama olduğun kişi hep bir yerlerde olur. En son bir yerde patlak verir. Sonra göründüğün kişiye dönüp baktığında koca bir hiçliğin ortasında bulursun kendini. Kendi istediğin gibi değil herkesin istediği gibi yaşadığını farkedersin,tüm yaptıkların bütün hedeflerin anlamsızlaşır. Ve yavaş yavaş olduğun kişiye yönelirsin ya da bunu hiç olmamış gibi düşünüp kendini inandırdığın o yalana devam edersin.

10 Ağustos 2012 Cuma

İyi geceler sayın okuyan, sizinle yatmış mıydık?

Dünden planlayıp Kardelen'le görüştük. 2 gündür kısır yapmaktan kısır olacam diye korkuyorum. Kısır var deyince Kardelen dine imana döndü gitti iki rekat namaz kıldı. Bu kadar dindar bir nesili doyurmak da bana düştü. 

Kısırı büyük bir afiyetle mideye indirdi minik yövrüm. Birbirimize aldığımız kitapları verdik. Bir kitabı çok aradığını söylemişti,bende o kitabı sahaftan alıp "Kitap satılmış şansına küs :(" demiştim. Tabi kitabı satın alanın ben olduğunu söylemedim.Görünce ağzından gökkuşakları çıkardı. Mutluluk saçtı. O da bana Dostoyevskinin puşkin üzerine konuşmalarını almış. Biliyor çünkü benim Rus klasiklerini sevdiğimi. Birde Savaş ve Barış'ı bitirip boşluğa düştüğümü bildiği için kafa dağıtırım diye Bukowski'nin kitaplarını verdi. Zaten her şey Ekmek Arası'yla başlamıştı.. Neyse

Kaybedenler Kulübünü izleyelim dedik. Baya da eğlendik. Nejat İşler'in oyunculuğuna oldum olası hayranımdır zaten. Ayrıca adamın Kaan rolündeki rahatlık içten içe insanı sinir etse de samimi geliyor ya hani,onu seviyorum filmde.

Filmi izleyince Altı Kırkbeş'ten almak istediğim kitaplar aklıma geldi. Hazır şu aralar param varken onları alayım unutmadan. 

Film bitince dışarı çıktık Kardelen'le. Bira açtık (Yalnız ne büyük cesaret elimizde bira gayet rahat bir şekilde ramazan ayında yolda yürüdük) Bira bitince biranın etkisiyle gelen o hafif rahatlık. Lacivert gökyüzü. Yıldızlar. 

Kardelen'den ayrılıp eve dönerken başladım Factotum'a. 20 dakika 30 sayfa nasıl bitti gerçekten anlamadım. Metrodan indim. Baktım etrafta molotof kokteylleri polis panzerleri. Olay var. Yaşadığım şehir karışık bir şehir. 
Anlamıyorum insanlar neden barış içinde yaşamak yerine böyle bölücü eylemlerde bulunuyorlar. Tamam faşizme bende karşıyım ama bölücü eylemlerle faşizm devrilemez ki. Tam tersine birlik olup örgütlenerek devrilebilir. Taşla sopayla molotofla değil,politikayla devrilir. Ah keşke bunu o taş atan molotof atan biber gazı yiyen insanlara da anlatabilseydim. Barış ortamında herkes mutlu olabilir. Şimdi polis tanklarına taş sopa atınca ne değişiyor ki? Aslında zaman zaman hak vermiyorum da değil. Düşünsenize size sürekli ikinci sınıf insan mualemesi yapılsa,dışlansanız,kendi dilinizde kendinizi ifade etmeniz izin verilmese. Belki o zaman sizde isyan çıkarırdınız. Siyaset felsefesini seviyorum ama işte ülkemizdeki siyaseti konuşmayı sevmiyorum.


 Bu akşam bu blogu Montana Çetesi'ne, hayatı ve kadınları öğrendiğimiz ve hala öğrenmekte olduğumuz Kadıköy sokaklarına ve şehrin bütün kötü çocuklarına adadık. Hem de hiç tereddüt etmeden. Burada sizinle sabaha kadar olmak isterdik ama, takdir edersiniz ki sayın okuyanlar, bizim de bir seks hayatımız var. İyi geceler sayın okuyanlar. Tabi eğer böyle bir şey mümkünse.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bugün kendimi evden kovdum.

Dün verdiğim kararla sonunda üşengeçliği bırakıp üstümü değiştirip evden çıktım. Yazmam gereken mektupların bir kaç tanesini tamamladığımdan doğruca PTT'nin yolunu tuttum. Geçtim bekledim uzun bir süre sonra "Benim sırama daha fazla var mı?" dedim. Kadın "Boş boş durmuyoruz sizin ki de bunlardan sonra zaten klimalı ortam oturun bekleyin!" diye atarlandı. Tamam dedim sakince oturdum bekledim. Yarım saate yakın bekledim.

Kadın benimkilerle ilgilenmeye başlayınca yazımı okuyamadı diye şikayet etti durdu. Ne apartmanı ne dairesi diye sorup sorup durdu. Sonra mahalleyi görünce oralardan buraya kadar bir mektup yatırmaya mı geldin diye aşağıladı. Üstüne yazıma doktor yazısı dedi ki benim yazım bir erkeğe göre cidden güzel bir yazı.
 Bu sorunları bırakıp PTT'den çıkıp kendimi sahafa attım.

Kendimi kitaplar içinde kaybettim. Onlarca almak istediğim kitap gözümün önünde eski basımlarıyla.. Girişimde aklımda bir çok kitap vardı almak istediğim ama Soljenitsin'i görünce hepsini unutup onu aldım. Ağustos 1914 ve Kanser Koğuşu'nu aldım. Kitaplar arasında kaybolmuşken eski kalın kırmızı kapaklı üzerinde hiçbir şey yazmayan bir kitapla karşılaştım. İlk sayfasını açtım "15 Kasım 1977 Arkadaşım Naim'e en içten sevgilerimle" ve bir imza. 15 Kasımı görür görmez aldım. Ben doğmadan tam 18 yıl önce biri bu kitabı arkadaşı Naim'e hediye etmiş. Almasam olmazdı. Kaptanlar ve Krallar diye bir kitap. Doğrusu bu kitaba da doğum günümde başlamayı planlıyorum. Anlamı olsun kitabın diye^^

Çıktım kitaplar poşetime sığmadı. Bir parka geçtim tahta banklardan birisine oturup poşetten tek tek kitapları çıkardım. Poşete düzgünce yerleştirmeye çalışırken yaşlı bir amca geldi. "
-Kim bu kitapların yazarı?
+Soljenitsin,Tolstoy,Dostoyevski gibi rus yazarlar
-Aaaaa onlar çok eski yazarlar ama
+Ne varsa eskilerde var amca. Hangi yeni yazar güzel ki?
-Yenilerde de var aslında okursan..
+Ben eskileri seviyorum,eski kitaplar,eski müzikler. Eskilerin tadı başka.
-Orası öyle
+İsterseniz gelin oturun.
Sonra oturduk amcayla. Oda kendinca bir kitap yazmış siyasetle alakalı,çoğu insanın bilmediği olaylar varmış.  Anlattı. Bir sürü siyasetle alakalı şey anlattı. Hedefimi sordu. Hangi okula gittiğimi sordu. Suriye'de çıkan savaşla ilgili birçok şey anlattı. Benim siyasetle aram pek olmadığından sadece dinlemek ve "Evet haklısınız" demekle yetindim. Siyaset felsefesini severim ama siyaseti sevmem.
Kitap okumayan yeni nesilden bahsettik. Sayısız kitabının olduğunu ama çocuklarının ve torunlarının kitap okumadığından yakındı. Ben ölünce kitaplarım ne olacaklar diye dertlendi. En son "Yeni nesilin sonunu Allah hayır etsin,gelecekleri belirsiz" diyerek kalktı yanımdan.

Bende kalkıp yürümeye devam ettim. Yolda bir kafenin önüne maymun bağlamışlar. Gidip kafasını okşayacaktım elimi tuttu. Bakıştık maymunla sonra elime sarıldı. Kolumu ısırdı koluma tırmandı. Oradan geçen iki kadın ısırmasın aman aaayy diye ortalığı karıştırmaya çalıştı bende "Hayvan bu insan değil ki ben ona zarar vermeden ısırsın" dedim. AMA NASIL HAVALIYIM.


Eve dönerken çok sevdiğim uzun zamandır girmediğim kafenin önünden geçtim. Girip kitaplardan birine başlamayı düşündüm. Tam kapıya geldim vazgeçtim. Neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum ama ayaklarımg geri geri gitti. Eve döndüm bende.

Kitaplarımı eve getirip kitaplığımın en güzel yerine koydum. Ama nasıl güzeller nasılda yaşanmışlık kokuyorlar!

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Aylar ardından hello blogspot!

En son Adıyaman'a gitmeden önce yazmışım buralara. Tam bir aydır elimi sürmemişim. Bir kaç yorum geldi nerelerdesin diye. İşte geldim burdayım ben bu işte ustayım.

Yaptıklarımı anlatmadım değil aslında ama Tumblr'a yazınca burası çok boş kaldı. Aslında şöyle bakınca zaten anlatabileceğim bir şey de yok öyle aman aman.
Günlerim film izleyerek kitap okuyarak yeni müzikler keşfederek geçiyor. Her gün evde anca bu kadar eğlenebiliyorum. Dışarıda hava 50 dereceyken ben klimalı odadan çıkmaya korkuyorum. Bisiklet bile sürmeye gitmiyorum o derece sıcak. (Gittim bisiklet sürmeye o kadar sıcak ve terledim ki nemden nefessiz kaldım 15 dakika içinde eve döndüm) 

Bugünde sabah uyanıp kitap okudum. Kitaplarım döndüğümden beri uzadıkça uzadı. Normalde her gün 100 sayfa okurken buraya döndüğümden beri 35i geçemedim. Okuduğum kitapta öyle çok ağır değil her zaman okuduğum sıradan Rus klasiklerinden realist kaliteli bir roman. Bence sorun beynimin içinde zıplayıp duran düşünceler ve sıcak. Çünkü gayet iyi gidiyordum Bodrum'dayken. Her şeyden uzak. Sakin. Tek sorunum saat kaçta denize gitsemdi. Burada öyle mi? Her an anneannem gelip bizi dikizleyecek diye gerilmeden oturamıyoruz. 

Kafamın içinde onlarca düşünce dönüyor. Bir çok kurgu geliyor. Yapmam gereken o kadar şey varken sadece düşünmekle yetiniyorum. Yazmam gereken bir çok mektup,bitirilmeyi bekleyen kitaplarım varken ben tüm gün hiçbir şey yapmadan öylece oturuyorum. Yazı bile yazmayı bıraktım işte. Her şeyi çok boşlar oldum. 

Başlamam lazım. Yüzmeye,spora ve dershaneye başlamam gerek artık. Tüm günümü evde hiçbir şey yapmadan geçirmemem gerekirken ben beynimi kemiren düşüncelerle mücadele etmekten hiçbir şeye odaklanamıyorum. Belki de bu yüzden yazmıyorum artık. Çünkü ben burada mutsuzluğumu ya da yaşadıklarımı değil mutluluğumu yazmak istiyorum. Bu konuya fazla girmiyorum. 
Konudan da uzaklaştır baya neyse konumuza dönelim geri.

Yapmam gerekenlere başlamam gerek diye düşünüp havuza kaydolmak için kan tahlili yaptırdım. Değerlerim de gayet iyi çıktı. Sağlık raporum hazır. Yarın da gidip kaydımı yaptırırım herhalde

Shrek'in ilk iki filmini izledim. Zaten önceden de izlemiştim. Şimdi sıra öteki izlemediklerimde. Yarın da onları izlerim büyük ihtimalle. Shrekten sonra Buz devri,toy story,wall-e diye giderim. Animasyon filmlerini izlemeyi çok ayrı seviyorum. Kaç yaşına gelirsem geleyim eğleniyorum izlerken. Küçükken çizgi film izleyemeyeceğim diye büyümekten korkardım. O derece seviyorum izlemeyi. 

Bugün yemek yaptım. Yemek yapmak,mutfakta zaman geçirmek benim için çok  büyük bir tutku. Nasıl desem sanat benim için. Resim çizemiyorum belki sesim de güzel değil şarkı söyleyemiyorum ama yemek yapıyorum ve yapmayı seviyorum. Arkadaşlarımla bir araya geldiğimde çoğunluğu kız olsa bile yemeği hep ben yaparım. İlerde aşçı olsam. Bir gemide aşçılık yapsam. Hem mesleğimi sevsem hem çok para kazansam.. Neyse bırakalım bu hayalleri

Tavuk göğsü mantar yemeği ve makarna yaptım. Can sıkıntısından. Sonra bulaşıkları yıkadım. Tezgahı temizledim düzelttim. Mutfağı sildim. Tüm günümü mutfakta geçirdim. Zaman ne hızlı akıp geçti. 

Birde bugün Adanadaki tek sahafın da 2-3 hafta sonra kapanacağını öğrendim. Onun hüznü içerisindeyim. Halbuki o bizim Özber abimizdi. Ne güzel gider sohbet ederdik eski,ciltli kitap alırdık. Daha bana daktilo bulacaktı. kapanmasa keşke. Zaten bir tane var oda kapanıyor.. Acımız büyük.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Allam sen beni nelerle sınıyorsun?

Bugün Adıyaman'a gidiyorum üç günlük turla. Kayıt yaptırmıştım bana denk gelmiş,bende gideyim dedim. Adıyamanı gezmeye gidiyorum.

Valiz hazırlamayı severim. Daha doğrusu olduğum şehirden çıkmayı sevdiğim için valiz hazırlamayı seviyorum. Bugün gidecek olmama rağmen valizi bugün hazırladım. Gittim tüm T-shirlerimi gömleklerimi tek tek ütüleyip katlayıp yerleştirdim.

Sabah kahvaltı yapıyordum,ne kadar kahvaltı denir orası ayrı. Pilav yiyordum (Pilavlı sohbet yapıyorduk çaktırmayın kjdfhgfsd) Karabiberi fazla koymuşum boğazım yandı öksürmeye başladım. Kalktım dolaptan su aldım o sırada dedem öğle yemeğine gelmişti pencereden bana baktı.
-Öksüren sen miydin?
+Evet dede,pilav yiyordum karabiberden
-Dolaptan mı su içiyorsun?
+Evet
-Bak direk dolaptan içme hasta olacaksın öksürüyorsun da zaten
 DÜŞÜNEMEDİ.JPG

Tabi hala yaşıyorum.......

Şampuandı diş fırçasıydı buna benzer bir kaç şey almaya gitmek için bakkala gittim.
-Hed en şoldırs var mı ?
+Hediyeli 12 lira hediyesiz 9 lira.
-!?!?!!?!? Hediyesiz olsun o zaman.. (Hediye de tıraş losyonu)
Kadın gitti tıraş losyonuyla şampuanı ayırdı sonra bana verdi. Hala mantığı kavramaya çalışıyorum....

Valizimi tamamladım ama. 4-5 gün boyunca adıyamanı keşfetmeye gidiyorum. Bakalım beni neler bekliyor. Bir otobüs dolusu yaşıtım ergenle birlikte adıyaman yolculuğu. Haleluyaa!
4-5 gün sonra tekrar birlikte olmak üzere hoşçakalın. Evet sendeyiz birand.

21 Haziran 2012 Perşembe

Olur da yağmur yağarken bisiklet süren birini görürseniz o benim.

Son bir haftanın cehennem sıcağını alıp götüren bir yağmur yağdı sonunda Adana'ya. Bende son 1 haftadır bisiklet sürmediğimden ve ergenlikten midir nedir hemen bisikletimi alıp dışarı çıktım. 


Tam çıktım yağmur şiddetlendi,rüzgar çıktı. Ben buna rağmen bisiklet sürmeye devam ettim. Hatta en son öyle bir aşka geldim ki "Haleeeeeeeeeeluuuyaaaaa" diye bağırmaya başladım. Zaten yol bomboş,hız yapayım dedim. İyi de dedim. Converselerimin içi su doldu,sırtım bisikletin arka tekerinden sıçrayan sulardan sırtım sırılsıklam oldu. Bende madem bu kadar ıslandım gideyim de suyun içinden geçeyim diyerekten suları etrafa fişuuuvv yaparak geçtim. Bu sefer arabalar beni değil ben arabaları ıslattım İNTİKAM!! -Kötü kahkaha sesi gelecek buraya-


Son bir haftanın acısını çıkaracak kadar sürdüm,tabi kıyafetlerimle banyo yapmış kadar ıslanmam da cabası.
Ama hava hep böyle olsa,55-60 derece hiç olmasa. Bende hep nefes nefese kalmadan,sırılsıklam terlemeden bisiklet sürsem.
Tabi hasta olmak istemediğimden eve döner dönmez ılık bir duş alıp sıcak sütümü içtim. Ve bugün diğer günlerden farklı olarak klimalı odadan değil,balkondan bildiriyorum. Yağmur sonrası toprak kokusuyla birlikte^^


Yağmur yağarken bisiklet sürmek çok eğlenceli,herkese öneririm. Ben çok eğlendim. 

18 Haziran 2012 Pazartesi

Pişmanlıklarım < Egolarım

Ben çok şımarık bir şey olup çıkmışım bir yıl içinde ya. Cidden nasıl bir hale büründüysem artık. Düşünüyorum da bütün ilişkilerimin sonunu getiren benim. Sonu ya sıkıldığımdan ya da mesafelerden sıkıldığımdan bitiyor. Başlarken büyük bir hevesle başlayıp bir süre sonra boşlukta hissediyorum. Şımarıyorum bırakıyorum.

Ben artık 3289472983kilometre ötemdeki bir insanın sevgisini değil,yanımda olacak bir insanın sıcaklığını hissetmek istiyorum. Sarılmayı bu kadar büyütmemeyi,her özlediğimde hayaliyle yetinmek yerine görüşmek istiyorum. "Özledim" diye mesaj attığımda "Bende" diyen birini değil, "Haftasonu bir şeyler yapalım mı?" diyecek sevgili istiyorum.

Bu yüzden bütün ilişkilerim kısa sürüyor. Ya mesafeler giriyor aramıza ya da olmuyor,anlaşamıyoruz. İki insan nasıl anlaşamaz? Bazen bende anlam veremiyorum. Kimsenin alttan almayışı,zaman zaman yapılan dengesizlikler yüzünden anlaşamıyor demek ki. Basit şeyleri büyüttüğümüzden anlaşamıyoruz. Kıskançlığın ilişkinin önüne geçmesine izin verdiğimiz için anlaşamıyoruz.

Bugün Tuğçe'yle sohbet ediyorduk. Bana dedi ki "Umarım hayalindeki gibi renkli gözlü,minik düzgün burunlu,uzun saçlı,beyaz tenli,uzun bacaklı,gülümsemesi güzel bir sevgili bulursun." sonra şöyle bir düşündüm. Ben bulmuştum aslında valla bulmuştum. Bildiğin hayalimden almışlar çıkarmışlar yaratmışlar sonra da karşıma çıkarmışlardı. Hatta en uzun ilişkimi yaşamıştım. 3 ay.Ayrıldım tabi 3 ayın sonunda. Sonra neden ayrıldığımı düşündüm de "LAN BEN MAL MIYIM?" dedim. Cidden malmışım. Bok yoluna ayrılmıştım. Biraz mesafeler yüzünden biraz çok yakınımda olan bir insana karşı bir şeyler hissetmeye başladığımdan ayrıldım. Ortada hiçbir neden yoktu. 

Zaten bir nedende olamazdı ki. Kedi gibiydi,bildiğin kedi. ne güzel geçinip gidiyo... BİR SANİYE ŞİMDİ HATIRLADIM NEDEN AYRILDIĞIMIZI. Buraya yazamayacağım neden. Egolarımı çok zedeleyen bir neden. Tamam. Tamam. Hatırladım. Evet. Şimdi hatırladım. Olamaz ya. İnsanların geçmişlerini neden bu kadar önemsiyorum ki? Geçmiş yaşanmışlıkları yüzünden ayrılmıştık. Benim (daha doğrusu egolarımın) kaldıramayacağım bir kaç olay yüzünden ayrılmıştık(Son zamanlardaki ilgisizliğimiz dışında tabi). Sanırım şu anda ayrılmamış olsak onları hala kendime yediremezdim. Çünkü hiç affedici bir insan değilim,hatta biraz da kindarım. Biraz değil tabi ki bildiğin kindarım. Aradan 894379543 yıl geçse bile bana yapılan kötülüğü unutmam,affetmem. Buda benim kötü özelliğim.

Tuğçeye bunları anlatınca "Madem pişman hissediyorsun konuşsana"dedi. Ben gidicem ben eski sevgilimle konuşcam. Ben? Hayatta yapmam. Ayağıma gelse,belki (Ego mod on) ama ben gidip konuşcam. "Rüyamda bile eski sevgililerim benim ayağıma geliyor sen neyin tribindesin qanqaaaa .s.s."

Peki ya en son hayatıma giren insanı da hiç yoktan bir sebeple çıkartmama ne demeli? Mesafeler var olmuyor. Tüm olay buydu. Ki ben onun sayesinde yalnız olmadığımı düşünmeye başlamıştım. Ama insan sevdiğini yanında istiyor. Her gün saatlerce skype yapsak bile,kokusunu içime çekemedikten sonra hiçbir anlamı olmuyor. Bitiyor bu yüzden de. Bitince de bitiyor işte. Sonrası olmuyor.

Bittiğinde de aradan uzun zaman geçince inceden bir pişmanlık gelmiyor değil. Ama sonra egolarım devreye girince böyle bir umursamazlık,bir "Kendisi kaybetti" modlarına giriyorum ki gören allah zanneder beni. Öyle bir hal alıyorum. Sonra da geçiyor zaten.
AMAN ZATEN UZAKTI.BEN İSTESEM YAKINIMDA DA BULURUM. (Ego level 99)

11 Haziran 2012 Pazartesi

Midemde sinekler uçuşuyor.

"Lastiklerim inmiş yea petrole gideyim de hava vurayım" diyerek çıktım evden. Gittim petrole. Eski evimizin oradaki petrolcu amcalar iyiydi yardım ediyordu burdakiler hödük. 
-Hava nerede abi?
+İşte şurda
-Nereden ayarlayacaz?
+BOZUK O BOZUK!!
atar yaptı adam bana boş yere. Anlamadım. Neyse dedim haydi bileğine kuvvet yiğidim bas havayı. Bastım çok şişti. Farketmedim. Sürmeye başladım tam hız yaptım "PAT" döndüm baktım lastiğim patlamış. Aşırı şişirince. Hem iç hem dış lastiğim patlamış. Sağlık ossun. Olur beyle vakalar diyerekten bisikletçi atakan abinin yolunu tuttum.


Atakan abiye gittim böyle böyle oldu. Değişecek bisiklet lastiği iç dış dedim. "Seni bir yerden gözüm ısırdı ama çıkaramadım." dedi. "Eeeee atakan abi çocukluğum burada geçti tabi hatırlarsın buzcu ali'nin torunuyum" deyince adam hatırladı "Oooo sen daha şu kadarcıktın tamam hatırladım" diye sohbet muhabbet ilerledi. Adam bisikletimin lastiğini değiştirdi. 27 liramı almış olabilir. Buda bana koyabilir.


Birde bisikletimin vitesini en büyüğe aldırdım. Artık daha sert basıyorum daha güzelli oldu. Tam hız yapmış dümdüz yolda giderken korkulu rüyalarım olan o sineklerden biri boğazıma kaçtı. Bir kaçtı ki boğazıma oradan mideme indi. Sineği yedim. Aşık oldum sanırım.s.s.s Midemde sinekler uçuşuyor.....

9 Haziran 2012 Cumartesi

BU BİR ATAR YAZISIDIR


  • Yeni eve taşınmamızı
  • Hayırlamaya gelen insanları
  • Hayırlamaya gelen tanımadığım insanları
  • Misafirleri
  • Misafir çocuklarını
  • Yaramaz misafir çocuklarını
  • Sürekli odamın kapısını bir kere bile tıklatmadan paldır küldür girip "Burası da alinin odası" diyen nenemi
  • Neneme "Hmmmm hayırlı olsun" diyen misafirleri
  • Özel hayatımın sikilmesini
  • Sürekli olarak "Misafir geldi hadi merhaba de" denilmesini
  • Tanımadığım insanlara sırf adetlerden dolayı geldiklerinde merhaba giderken hoşçakal demeyi
  • sikimsonik türk adetlerini,geleneklerini
  • Dedem ve nenemle (pek belli etmemeye çalışsam da) yaşadığım kuşak çatışmasını
  • Dedemin sürekli "Bak bu adam bizim akrabamız değil ama akrabamızdan daha öte" diye insanlarla tanıştırmasını
  • Sonra laf arasında "Bak seni tanıştırdığım adam çok kıymetli bir insan. Evleri burda ara sıra ziyaretine git,çok kıymetli insan" diye beni tanımadığım insanların evine göndermeye çalışmasını
  • Bakkala bile giderken birine hesap vermek zorunda oluşumu
  • EVDE BAKSIRLA RAHAT RAHAT GEZEMEYİŞİMİ
SİKEYİM. SİKEYİM TAMAM MI. ÖYLE BİR SİKEYİM Kİ YOKOLSUNLAR. YETER BIKTIM BENİ KURTARIN BURASI EV Mİ CEHENNEM Mİ ANLAMIYORUM. İİİİİİİİİİİİEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEESSSSSSSSSSSSSSSSYYYYYYYYYYYYYYYYEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAANNNNNNN

7 Haziran 2012 Perşembe

Anlam veremiyorum bazen.

İnsanlar.. İnsanlar hâlâ hayatlarını yaşıyor. Kimse "Ali evde asosyal asosyal oturuyor " diyerekten hayatından taviz vermiyor mesela. 


Bugün uzun zaman aradan sonra evden (bisiklet sürmek için değil) çıktım. İnsanlar minicik kaldırımlara doluşmuş oradan oraya boş bir amaç uğruna yürüyorlar. Bende yürüyordum,hepsi gibi. Mağazalara girip çıkıyorlar.. "Bunun iki beden küçüğü yok mu? Bunun mavisi yok mu? Gömlekler hangi katta?" İnsanlar yapması gerekenlerden yaşadıkları ana odaklanamıyorlar. 32489758932 insan gördüm bir tanesi bile durup gökyüzüne bakmadı. Bir an kafasını bile kaldırmadı. İnsanların değil et yığınlarının arasında yaşadığımı farkettim.


Tüketim çılgınlığı. İnsanlar alışveriş yapmaktan mutluluk duyuyorlar. Bir insan kendine kıyafet aldığı için neden mutlu olur ki? Anlam veremiyorum. Sanırım bu yüzden kitaplığımdaki kitap sayısı > gardrobum.
Onlarca kredi kartı kullanıyorlar. Her ay kredi kartı ekstreleri mektup olarak evlerine geliyor. Mektuplar mutsuzluk saçıyor. Halbuki bana gelen mektuplar çok güzeller. Dört gözle bekliyorum mektup gelmesini. Ama çoğu insan "Yine mi zarf geldi?" diye düşünüyor. Hayatlarına giren tek zarf kredi kartı ekstreleri. Ne acı ama.


Mektuplar deyince mektup arkadaşlarımı özledim. Hepsine tek tek yeni adresimi atmam gerek. En yakın arkadaşlarım benden yüzlerce kilometre ötedeki insanlar. O kilometreleri kelimelerin gücüyle aşıyoruz mesela. Her gün yanımda gibiler. Herkesten ayrı tuttuğum. Yaşadığımız tek sorun mektupları geç atmaları..


Her insana potansiyel sapkın,seri katil,ruh sağlığı yerinde olmayan insan gibi bakıyorum artık. Sanki bankta oturan yaşlı adam bana işkence edip öldürecek gibi. Ya da şuradan elinde Migros poşetleriyle dönen teyze beni kaçırıp 3 gün boyunca aç ve susuz bırakacak gibi. Acaba kimse benim hakkımda da böyle düşünüyor mudur?  Ben kendimi yolda görsem "Neyin kafası bu böyle boş boş bakıyor" derdim doğrusu.


Kıvanç tatlıtuğun kutuplardan basık ekvatordan şişkin halini gördüm. Sevgilisiyle parkın bankında oturuyordu. Yakışıklı çocuk allah var. Renkli gözlü sarışın marışın bir şey. Sevgilisi de güzel kızdı. İdeal çiftlerdi ama çocuk "Aşgım foto çekilek mi" dedi ya. Tamam işte tüm karizmayı çizdirdi. Sen git kıvanç tatlıtuğ'a benze o kadar allah sana renkli göz versin sarışınlık versin sen git aşgım foto çekilek mi de. Oldu mu bu şimdi? Yani şimdi Ian Somerhalder karşınıza geçip Nasrettin Hoca fıkrası anlatıp kahkahalara boğulsa yine onu seksi görür müydünüz? Ya da Adriana Lima gelip bana "Görümcem böyle böyle yapmış" dese sanırım soğurdum ondan. Hı burda yanlış anlamayın adana ağzıyla konuşanları küçük gördüğümden değil sadece garipsedim. Yani adriana lima gelse "Hadi aşgım foto çekilek" dese bence ister istemez herkes garipser. O misal işte.


Sanırım dışarı çıkmayı tamamen kesmeliyim. Bende iyi etkiler yaratmıyor yazdıklarıma bakacak olursam.

6 Haziran 2012 Çarşamba

İnterneti gitmiş bir ergenin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Yeni bir eve taşınma sorunsalıyla karşınızdayım efendim. Bir ara bahsetmiştim taşınacağız diye. İşte şimdi taşındık. Nereye mi taşındık? Apartmanlardan uzak,mahalledeki insanlara "Buzcu alinin torunuyum" dediğim zaman hepsinin tanıdığı,kendi içine kapanık sessiz sakin anneannemlerin mahallesine taşındık. Çocukluğumun geçtiği mahalleye. 2. ve 3.sınıfı Mersin'den Adana'ya taşındığımız zaman okuduğum okulun tam arkasına taşındık. 


Eski evimizden yürüyüş mesafesiyle 20 dakika uzaklıkta. Aman aman bir şey yok tabi.


Nasıl bir hayat karşıladı beni burada kısmına gelecek olursak özetle;



  • Anneannemler ve dedemlerle iç içe bir hayat
  • Bir süreliğine internetsiz bir hayat
  • Her gün "ev hayırlama" denilen yarak kürek örf yüzünden odamın paldır küldür kapısının açılıp "Burası da alinin odası" denildiği bir hayat
  • Özel hayatımın neredeyse sıfıra indirgendiği bir hayat
  • Anneannemin bana karıştığı bir hayat
  • Anacaddeden biraz içerde bu yüzden araba sesi olmayan bir hayat.
  • Her gün ilkokul bebelerinin türküm doğruyum çalışkanım diye çığırdığı hayat
  • Kuşak çatışmasını annem babamda dedim nene dedemle yaşadığım bir hayat.
Bana bir artısı olmadı bu evin. Tek artısı babama oldu. İşyeri evimizin altında. Dedemin işyerine çalıştığı için ve bu yeni ev de dedemlerin deposunun üzerine yapıldığı için ona rahatlık sağlandı. Hatta öğlen yemek yemeye diye çıkıp şekerleme yaptığı bile oluyor. 


Bense bu iki haftadır odamdan pek çıkmıyorum. Çıkarsam teyzemin odasına gidiyorum. Onunla sohbet ediyorum onun dışında etrafta pek görünmemeye çalışıyorum. 
İnternetim olmayınca çok fazla boş zamanım oldu. Sıkıldım bile. Oturdum sayfalarca mektuplar yazdım herkese. Kitap bitirdim ki rekor kırdım sanırım savaş ve barışın 3.cildini 1 haftada bitirdim. (Normal koşullarda 15 günümü alıyordu) Kaldı geriye bir cilt. Tabi araya giren romanları saymıyorum..
Okulun bitişiyle asosyallik furyası geri döndü. Bisiklet sürmek dışında şu iki haftada sadece bir kere çıktım dışarı. Bakalım birde yarın çıkmayı düşünüyorum. ( Tabi üşenmezsem)

Ama bu sefer yakınmıyorum bundan. Çünkü kendi çapımda bed peace hair peace yapıyorum. John Lennon ve Yoko Ono'ya selam olsun. 


Bisiklet demişken.. Beni bisiklet sürerken görenler oluyor. Bir selamı esirgemeyin terslemem ben. (Ayrıca şaşırdım buralardan okuyanlar varmış. Adanadan olduğunu biliyordum ama yakın çevremden olduğunu bilmiyordum.)


Hayatımda beni çok mutlu eden birisi var. Bir gün onu da özel olarak anlatıcam. Bir yerde denk gelirsiniz. Şimdi fazla uzatmadan onun için hazırladığım sürprizi yapmaya devam edeyim. Mutluluk benim de kapımı çaldı sonunda. Bu sefer kapıları ardına kadar açtım. Hayatımın en güzel günlerini yaşıyorum son 1-2 haftadır. Bulutların üzerindeyim. O derece mutlu.
Eheh. Ben çok mutluyum herkes mutlu olsun bence. Şimdi bu şarkıyı dinleyip gülümsüyoruz.

22 Mayıs 2012 Salı

Aslında hayat bisiklet sürmek gibi.

Dengede durmayı bilmekle başlıyor her şey. Dengede duramazsan,düşersin. Dizin kanar,yara olur. Hayatta böyle. Dengede olmak gerek. Yoksa canını acıtır düşüşler.


Pedalı çevirdiğin kadar varsın. Ne kadar basarsan o kadar gidersin. Ne kadar pedala yüklenirsen o kadar yaşarsın. Ve tekerleri döndüren pedala hızlı basmak değil,sürekli basmak. 


Hızlı gidersen eğer birden bırakırsın. Önce rüzgarın yüzüne çarpması hoşuna gider ama sonuçta bir yerde durur bisikletin. Tekrar başlamak daha fazla yorar insanı. Pedallara sürekli basmak gerek. 


Bazen kasisler çıkabilir önüne. Engeller aşmak için var. Yavaşlatsa da durdurmamalı bu engeller. Veya nefret edilen rahatsız edici küçük böcekler çarpabilir. Önemli olan onlardan nasıl kurtulabildiğimiz.


Ve dengeyi sağlamak için hareketi bırakmamalısın,yorulsan dahi. Ne zaman pedal çevirmeyi bırakırsın,o zaman yaşamayı bıraktın demektir çünkü.

18 Mayıs 2012 Cuma

O yollar yokuş yukarı bana girdi bisiklet pedalı

Bugün sürekli gittiğim dümdüz yolda yine bisiklet sürüyordum. Yolu tarif edecek olursam 1 kilometre uzunluğunda tamamen düz yokuşsuz uzun geniş bir yol. Birde sakin olduğu için genel tercihim gidip orada bisiklet sürmek oluyor.


Yine orada bisiklet sürerken macera arayan ben kalıplarını aşıp "Hadi arka sokaklara gir bir sürü sokak var yeni yerler keşfet" dedi. Bende onu kırmamak için girdim küçük bir sokağa başladım sürmeye.


Adana'nın, daha doğrusu yaşadığım semtin arka sokaklarında hala mahalle kültürünün yaşadığını gördüm. Kalabalık aileler,sokağa koyulmuş sandalyeler,sokakta maç yapan çocuklar ve köşede oturup sohbet eden anneleri... Havasız olan sokaklar bile gördüm. Yani bir sokak açık alan nasıl havasız olur orasını bilmiyorum. Sokakta yaşayanlara sormak gerek.


Çok dar sokaklardan geçtim bir arabanın anca geçebileceği sokaklar. Her evin minik avlusu olan sokaklar. Hatta bazı avluların kapıları tahtadan derme çatmaydı. Hoşuma gitmedi değil. Labirent gibi hepsi birbirine bağlanan bir sürü sokaktan geçtim.
Bu sokakların birince çocuğun biri bana ağaç dalı fırlattı. Neyse ki bana çarpmadı. Demiştim ben çocuklar çok fazla şiddete eğilimliler diye. Bende nasibimi aldım.


Sonra maceracı kişiliğim tekrar ortaya çıktı "Yeter buralarda sürdüğün hepsi aynı gibi git şimdide başka yerlere doğru büyük yollardan sür" diyerekten metro yoluna çıktım oradan dümdüz sürdüm. (Kaybolmamak için metro yolunu takip ettim. Olur da kaybolacak gibi olursam metro yolunu takip edip tekrar eve dönmek için.



  • Ben hızlı hızlı sürerken göze giren minik böcek demiştim,buda arkadaşım tanıştırayım; hızlı hızlı bisiklet sürerken içe giren eşek arısı.



Dümdüz gitmeye başladım. Arabalar geliyor. Kornaya basıyorlar tedirgin oluyorum. Işıklarda duruyorum. Arabalar yanımdan hızlı hızlı geçiyor. En son bir altgeçite geldim ki alt geçit demeye bin şahit ister dimdik bir yokuş. Haydi dedim yokuş inen yokuş çıkar ama sen in. Bir inişim var ki. Huuuffff. Hıphızlı. Yanımdan hıphızı arabalar geçiyor. Birde altgeçit olunca yankı yapıyor, bende bağırdım "ALMANYAYAAAAAAAAAAAAAA" diye artık o yankıyla ne anladılar bilemicem.


Ve ben tam o indiğim yokuşu pedallara asıla asıla çıkarken pedalım kırıldı. Siz kırık pedalla yokuş çıkmak nedir bilir misiniz? Nerden bileceksiniz!! Kırık pedalla arabalı yollarda zor zor sürdüm bisikletimi. Sonra hemen ilk göbekten dönüp tekrar o yokuşu inip tekrar kırık pedalla yokuşu çıkıp hızlı hızlı eve döndüm. Tabi eve döndüğümde bacaklarım tamamen iflas etmişti.


Çok korkunçtu yalnız o altgeçit. İngilizce öğretmenimin bir sözü var "Başka yerlerde macera aramayın." Adam haklıymış. Bir daha böyle almanyaya maceraları aramıcam. Sonra pedalımı kırıyorum böyle.