28 Nisan 2012 Cumartesi

Asıl yalnızlık güneşli bir cumartesiyi evde geçirmek.

Sıradan bir Cumartesiydi benim için. Sadece dışarı çıkma planım yoktu. Pazar gününü evde geçirmek ne kadar tembellik ve mutluluksa cumartesiyi evde geçirmek o kadar yalnızlık olmuştur gözümde.

İşte yine yalnızlığımın tokat gibi yüzüme çarptığı Cumartesilerden birindeyiz. Ev ahali sabahtan işine,dershanesine gitmiş. Bense onlar tümden çıktıktan yarım saat sonra uyandım. Annem masaya not bırakmış. "Yemek yok istediğini yapıp yiyebilirsin." Dolaba bakıyorum,pazar alışverişi yarın yapılacağı için yiyecek bir şey bulamadım. "Zaten aç değildim." diyerekten odama gidip kitap okudum. Baya dalıyorum kitaba öğleni buldu kitabı bırakmam.

Hala yemek yemediğim için içimdeki canavar bağırıp duruyordu "Açıııım hadi artık bir şeyler yeee!!" diye. Dolaba tekrar gittim. Domates aradım ama yok. Erzak dolabında makarna aradım yok. En azından iki yumurta kırayım diyorum yok. Sanki bütün yoklar bugünün üzerinde toplanmış gibi hiçbir şey yok!

Sinirlendim hiçbir şeyin olmadığını görünce. Dolabıma gidip "1-2 kere giyinilmiş ama temiz" bölümünden pantolonumu ve rastgele bir t-shirt alıp giyinip ayakkabılarımı sadece ayağıma geçirip çıktım dışarı.

Önce bakkal hasan amcaya gittim. Marketlerin inadına kapanmamış bakkal hasan amcaya. Markete gitmek yerine oradan alışveriş yapmayı seviyorum, ne kasiyerler gibi suratsız ne de marketler kadar soğuk. Ne zaman gitsem gülümsemeyle karşılar 2 dakikaya kocaman bir sohbet sığdırır. Bu bile oradan alışveriş yapmam için yeterli bir sebep.

Mantar,domates,makarnayı alıp eve döndüm. Makarnayı haşlarken domates ve mantarları hazırladım ki bir baktım yağ yok! Sonra annemin yazdığı notu sorguladım. Acaba "İstediğini yapabilirsin" derken neyi kastetmişti. Kendi kolumu kemirmemi söylüyordu sanırım notta. Yağ bile yok. Sinirden deliye döndüm.

En azından margarin var! diye avuttum kendimi. Hemen margarinle salçayı kavurdum. Üzerine domates ve mantarları attım. Hazırladım makarnayı. Neyse ki günün kötü başlangıcı yaptığım güzel makarnayla son buldu.

Ama yine yalnızdım. Güneşli bir cumartesinin tamamını duvarlar arasında tek başıma geçirmiştim. Kafama balyozla vuruyordu yalnızlığım,ellerimi kollarımı bağlamışken.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Al kapak götüne sokarsın!

Kaç zamandır şu caps'in esprisini yapıp duruyorum. 
-Ali silgin var mı?
+Al silgi,götüne sokarsın.

-Ali ya kalem versene
+Al kalem götüne sokarsın.


Sonra tabi bazen benimde götüme soktukları oluyor haliyle....


+Biri bana kağıt versiiiin.
-Al kağıt,kıvırıp kıvırıp götüne sokarsın. 

Ve daha niceleri..

Bugünde sürekli olarak handeye yavşayan dondurma satan adamın yanına gittik. Öğle arasında dondurma yemenin zevki apayrı çünkü. Gittik adamın yanına adam keranacı gülüşüyle karşıladı zaten bizi. Adama da gıcık oluyorum gelmiş 25 yaşlarına hala liseli kızlara sarkıyor. Ayıp yani. 


Hande: Bir frambuazlı in love bide aşkınası.
Keranacı: Ama aşkınasını vermem için kapağı vermeniz gerek.
(O sırada dondurma benim elimdeydi,kağıdını açıyordum.)
Ben: AL KAPAK!
Hande: kjfdhjflkdhfjsgjjkfhkhaakjhskjahahahahah
Keranacı: Alır mısın kapak diyecektin herhalde.
Handeyle iç seslerimiz: Götüne sokarsın nihahahahah

22 Nisan 2012 Pazar

Bazen bir kaç kağıt bile insana zamanda yolculuk yaptırabilir.

Haziranda anneannemlere komşu oluyoruz. Yeni ev yaptırıyorlar kendi mahallelerinde bize ve kendilerine. Ev bitmek üzereymiş,2-3 haftaya taşınacakmışız. Ama tabi ben asla izin vermem hazirandan önce taşınılmasına. I-ıh

Yazılı haftama denk gelecek düzenimiz sikik bir haldeyken yazılılara hazırlanamayacam sonra okul sıralamam düşecek. Düşüncesi bile korkunç :/

Onlarda anlayış gösterecekler diye hazirana sarkacak bizim taşınma işi. Ama şimdiden kilerdeki kullanılmayan eşyaları buna benzer şeyleri kolilemeye en sona da sürekli kullandıklarımızı bırakmaya karar verdik. Zaten zaman uzun. Azar azar başladık bizde bugün.

Kullanılmayan eski ders kitapları,defterler derken annemin benim yaşlarımda tuttuğu defteri bulduk. Zeki Müren hayranıdır annem,benim Zeki Müren sevmemin büyük bir nedeni de annem olmuştur.

Zeki Müren'e şiirler yazmış,yazılar yazmış. Birde beni şaşırtan nokta bunları yazması değil. Yazdıklarının benim şu anda yazdıklarıma çok fazla benziyor olması. Genetik bunlar bence cidden genetik. Yani nasıl "Bir kere sarılsam yeter,senin hayallerinle mutluyum. Bir gülümsemenle can buluyorum" kafasında yazıyorsam ben oda seninle tanışmadan gidersem ölürüm,şarkılarınla yanan kalbime sular serpersin vesaire onlarca şey yaşamış. Tam anlamıyla aşıkmış.  Sonra sordum "Zeki Müren bence bahane kime yazdın anne bunları" diye. O da dedi ki "Düşün ergenlik çağındasın duygu birikimin var ama erkek arkadaş yasak o yasak bu yasak bir şekilde dışarı vurmak istiyor insan"

Defterini kaldıracaktı bir yere. "Çok hoşuma gitti bende kalsın" dedim. Bana verdi. Benim için özel şeylerin olduğu sandığa koydum.

Arından birinci sınıf,ana sınıfı kitaplarımı bulduk. Baktım çocukluğum işte. tam 2000li yıllar. Zamanda yolculuk yaptık kileri toparlarken bir nevi.

En son ergenlik dönemime ait kağıtları buldum. Derste yazışmışız bir arkadaşımla,resim dersinde. Tek sorunumuz "O kızla çıkabilir miyim?, O çocuk bana bakar mı?, kankamın hoşlandığı kişiyi seviyorum. " vs. Birde kağıda bile "q" yazmışız. O konuya girmek istemiyorum!

Hepsini toplayıp sandığıma kaldırdım. Ama ben kileri toparlarken cidden çok eğlendim.

8 Nisan 2012 Pazar

Gökyüzü uçurtmalarla güzel.

İnsanlar pazar günü kahvaltıdan önce pazar sabahı seksi yaparken,ben evde kırışık gömleğimi gıcırdayan ütü masası üstünde ütülüyorum. Gıcırdayan ütü masası yalnız olduğumu çok güzel haykırıyor bana sessizliği bozarak.

Dünden kalan bir kaç peynir dilimiyle domatesi bir parça ekmeğe koyup yedim. Canım bir şeyler hazırlamak istemedi. Zaten erken uyanmıştım,bir unlu mamüllerine geçip bir simit alırım diye düşünerek üstümü değiştirip çıktım evden.

Fazla erken çıkmışım bugün. Kursa varmadan iki durak önce indim bende. Daha 35 dakika vardı. Biraz yürüyüp bir unlu mamüllerde durdum. Harika simit ve poğaça kokuları geliyordu burnuma. Dayanamadım bende. Zaten evden doğru dürüst bir şey yemeden çıkmıştım. Kasadaki kadın sevecenlikle poğaçayı tabağa koydu,ardından yeni sıkılmış portakal suyumuz var ister misin? Hayır diyemedim bende tabi ki. Sıcacık kaşarlı poğaçalarla koca bir bardak meyve suyunu alıp dışarıda bir masaya oturdum.

Yarım saatim vardı hala. Kulaklığımı takıp Sonsuz çilek tarlalarında gezinirken kitabıma gömüldüm.  Portakal suyumu ve sıcak poğaçalarımı bekletmeden güzelce mideme indirdim. Hava güneşli olsa da sabahların kendine özgü o serinliği içime işledi. 

Kafamı kaldırdığımda kurs saati gelmiş geçiyordu zaten. Hemen hızlı adımlarla kursa doğru yol aldım. Kurs her zamanki gibi göz açıp kapayana kadar geçti. Dışarı çıktım. Gökyüzü bugün insanlara küsmüş gibiydi. Sanki geçmişle bir hesaplaşma yapıyormuşçasına değişik bir rengi vardı. Son kullanma tarihi geçmiş,bozulmuş bir rengi vardı.

Kızgındı insanlara renginden belli. Neden bilmiyorum ama birisi onu çok üzmüş anlaşılan. Anlam veremiyorum bu rengine. Ama güneş teselli ediyor gökyüzünü ışıl ışıl parlayarak.

Ben üzmedim ama gönlünü almak istedim gökyüzünün. Eve gelir gelmez kardeşimi ikna edip uçurtma aldırdım. Dama çıkıp uçurtma uçurduk. Gökyüzü uçurtmalarla güzel.
Uçurduk hava kararana kadar. Sadece biz değildik gökyüzünün gönlünü almak isteyen. Rengarenk uçurtmalar,güzeldi. Ardından gökyüzü affediyor tüm insanları. Bulutlar ortaya çıkıyor, Gökyüzü maviliğine kavuşuyor. Seviyorum.çünkü  Gökyüzü uçurtmalarla güzel. 

7 Nisan 2012 Cumartesi

Sonra alışkanlıklar hakim oluyor hayatıma.

Demek ki neymiş insan hiç değişmiyormuş. 7sinde neyse 70inde de odur sözünü şimdi daha iyi anlıyorum.

Her şey hayatımda o kadar klasikleşmiş ki.. Alışveriş yaptığım mağazalar,bir markete girdiğimde canımın çektiği şeyler. Hep aynılaşmış. Alışkanlık olup çıkmış. Beni ben yapan onlarca alışkanlık.

Sonra dolabıma bakıyorum. Farklı görünse bile birbirine o kadar çok benzeyen gömlekler t-shirtler. Hepsi neredeyse aynı mağazadan alınmış. Kitaplarıma bakıyorum aynı yayınlar hep.. Giderek alışkanlıklarım bana hakim oluyorlar. Farkında değilim.

Bugünde saçlarımı kestirmeye gittim. Her zamanki berberime. Oturdum abinin koltuğuna. Zaten 3 yıldır gidiyorum artık adam nasıl kestirdiğimi öğrendi. Direk bana sormadan kesiyor. Kesimi bitirince dedi ki "Enseni biraz uzun bıraktım." Bir an gözlerim karardı zaten o sırada. SIĞAR MI BU İNSANLIĞA diye haykıracaktım ki "Şaka şaka,sen nefret edersin böyle şeylerden biliyorum" diye gülmeye başladı. Ekledi ardından "Kaç yıldır geliyorsun hep aynı model kestiriyorsun,diğerleri gibi yok saçımı kaldırayım sprey sıkayım fön çekeyim gibi heveslerin yok. İyidir iyi,haydi sıhatler olsun." dedi. Bende teşekkür ettim.

Tamamen alışkanlıklarımla yaşıyorum. Hiçbir değişim olmadan. günden güne aynılaşarak..
Değişim şart olmaya başlıyor doğrusu.

1 Nisan 2012 Pazar

Küçük Prens

Birisi istemişti. Küçük Prensin sevdiğim bölümlerini. Yazayım dedim bende.


  • Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: " Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?" diye sormazlar. "Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?" diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: "Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı" derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: "Yüz bin franklık bir ev gördüm" demeniz gerek. O zaman: "Aman ne güzel!" diye bağırırlar.
  • Çocukların büyüklere karşı pek sabırlı olmaları gerekir.
  • Ama bizlere, hayatı anlayan bizlere numaralar vız gelir.
  • Güneş batılarını severim. Gel bir güneş batması seyredelim.
  • Biliyor musun, insan böyle üzgün oldu mu, güneşin batışını seyretmekten hoşlanır
  • Sen de büyükler gibi konuşuyorsun! Her şeyi birbirine karıştırıyorsun... Kafan darmadağın...
  •  Ve ben bu dünyada bir çiçek tanıyorsam, biricik bir çiçek, benim gezegenimden başka bir yerde bulunmayan bir çiçek ve günün birinde bir koyun gelip de, ne yaptığını bilmeden, o çiçeği kkoparıp yerse, önemli değil mi?  İnsan binlerce, milyonlarca yıldızın birinde yaşayan eşsiz bi tek çiçeği seviyorsa, yıldızlara bakmakla bile mutlu olur. "Çiçeğim oralarda bi yerdedir" der. Ama koyun çiçeği yerse, sanki yıldızların hepsi birden sönüverir. Bu da mı önemli değil?
Ayyaşı bir sürü boş şişeyle bir sürü dolu şişe karşısında oturmuş, sessizce içer görünce:
- Ne yapıyorsun? diye sordu.
Ayyaş korkunç bir bakışla:
- İçiyorum, dedi.
- Neden içiyorsun?
- Unutmak için.
Küçük Prens ona acımağa başladı:
- Neyi unutmak için? diye sordu.
Ayyaş başını öne eğerek:
- Utandığımı unutmak için, dedi.
Küçük Prens ona yardım etmek istiyordu.
- Neden utanıyorsun?
Ayyaş:
- İçmekten, diye cevap verdi, sonra sustu, artık tek bir şey söyleyemedi.

  • Ciddilik üzerinde Küçük Prens'in görüşleri büyüklerin görüşlerine hiç uymuyordu.
  • Küçük Prens de: "Çiçeğim fanidir" diye düşündü. "Çiçeğimin, kendisini savunması için yalnız dört dikeni var ve onu yapayalnız bıraktım gezegenimde!"
  • “Merak ediyorum” dedi, “acaba yıldızlar tek tek yansaydı, o zaman herkes kendi gezegenini tekrar bulur muydu? Bak! Benim gezegenim tam üstümüzde. Ama öyle uzakta ki!”
  •  İnsanlarda ise hayal gücü yok. Sadece sizin söylediklerinizi tekrarlıyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı ki, her zaman ilk konuşan o olurdu.
  • sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve işsiz olacaksın, ben de senin için.
  • Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!
  •  “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
  • “Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi.
  • “O halde sadece çocuklar ne aradıklarını biliyor” dedi küçük prens. “ Bezden bir bebeğe bağlanıyorlar ve bu onlar için çok önemli hale geliyor. Eğer ellerinden alırsanız, ağlamaya başlıyorlar.”
  • “Eğer elli üç dakikam olsaydı,” dedi küçük prens, “bir su pınarına doğru ağır ağır yürürdüm.”
  • “İnsanın dostu olması iyidir. Ölecek olsa bile. Ben tilkiyle dost olduğum için çok mutluyum.”
  • “Yıldızlar çok güzel... Çünkü içlerinden birinde, şu an göremediğim bir çiçek yaşıyor
  • Çöl çok güzel çünkü bir yerlerinde bir kuyu gizliyor.
  • “İnsanlar,” dedi küçük prens, “ne aradıklarını bilmeden hızlı trenlere doluşuyorlar. Endişe ve telaşla, aynı yerde dönüp duruyorlar.” Bir an durakladıktan sonra ekledi: “Çektikleri sıkıntıya değmez bu.”
  • Ama gözler göremez. İnsanın kalbiyle bakması gerekir.
  • İnsan birinin kendisini evcilleştirmesine izin verirken, bir parça da ağlamayı göze alıyor demektir.
  • “Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yarde her şey jo kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”
“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“
Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.
“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hap güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”
Ve bir kez daha güldü.
“Aslında ben sana bir sürü yıldız değil de, kahkaha atabilen bir sürü zil vermiş gibi oldum.”
  •  Şimdiyse, geceleri yıldızları dinliyorum. Sanki beş yüz milyon tane küçük zil, oradan bana gülüyor. 
  • Bu gerçekten büyük bir sır. Sizler gibi, benim gibi küçük prensi sevenler için, evrenin kim bilir neresindeki bir koyunun bir çiçeği yemiş ya da yememiş olması çok önemli bir şeydir. Gökyüzüne bakın. Kendinize “Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?” diye sorun. Bakın her şey nasıl da değişiyor.  Ve bunun neden bu kadar önemli olduğunu büyükler asla anlayamazlar...