31 Mart 2012 Cumartesi

Mutluluk bulutlarda gizli.

Bulutlar baharın vazgeçilmezi olarak sabah penceremi tıklatarak uyandırdılar beni. Önce onlara günaydın dedim. Ardından uyanıp üstümü giyindim. Malum bugün speaking kursu var.

Güzelce kahvaltımı yapıp çıktım evden. Zaz dinlerken otobüsü bekledim. Otobüse binince Coldplay'in Parachutes albümünü dinlerken kitap okumaya başladım. Kafamı kaldırdığımda inmem gereken durağa varmıştı otobüs.

Smsim dün gece bitti. Kontörüm olmadığı için sms yapamadım. "Neyse zaten yarın kursa giderken elbet bir market görürüm,yüklerim" diye düşündüm. İndim Groseri'ye girdim. Kredi kartı olmadan nakit yükleyişlerde 20 liraya yüklüyorlarmış. BİM böyle mi? 7lira yüklüyordum ne güzel. Bu çevrede de BİM yok ki yükleyelim.

Karşıdan karşıya geçip kursa doğru yürürken BİM olsaydı da yükleseydim. Zaten kursta sıkılıyorum. Derken bir baktım karşı köşebaşında BİM tabelası. İmana geldim bir anda. Bim'in allahla bir bağlantısı var. Ya da ben erdim,bilmiyorum.

Ardından kursa geçtim. Dişlek hatun gelmedi derse bugün. Yoktu yani. Bekledim. Gelmedi . Yok yani sıkıcı geçti bu yüzden kurs. Tam otobüse bindiğimde Merve aradı. Dün görüşme planı yapmıştık zaten. Buluşacağımız yerde indim bende otobüsten. Onu beklerken bulutları izledim.

Bulutları izlemek benim için terapi yöntemi. Herkes simsiyah yollara bakarken mavi gökyüzünün farkında olmak.. Huzur.

O sırada meteorolojinin günün belirli saatlerinde arkalarında sahte bulutlar bırakarak gökyüzünde süzülen uçağını gördüm. Bulutların içinden geçiyordu. Bulutların yanındaydı!

Tamda bu olayı yaşamıştık dün Kardelen'le beden dersinde. Birlikte bulutları izlerken bir uçak geçti. Sanki biraz daha yükselse bulutlara değecekmiş gibiydi. İlerledikçe bulutlara yaklaşıyor gibiydi ama bulutların yanına geldiğinde içinden geçmedi. Trollendik bir nevi. Dünya küre olduğu için bize Düz giderse bulutların içinden geçecekmiş gibi geldiğini farkettik. Güldük. O çok yüksekten uçan uçağı gördüğümde de bu olay aklıma geldi. Demek ki istersek oluyormuş eheheh.

Ardından Merve'yle görüştük. Nicknamelerimden kaynaklı olarak waffle yedik. İlk waffleını yemiş oldu mervede benim sayemde. Wafflelarımızı yedik sahafa gittik ardından. Savaş ve Barış'ın çok eski bir basımını buldum. O kadar eski ki üstünde Harp ve Sulh yazıyor. 1975 yılında basılmış. Kim bilir kimler okudu onu 35 yıla yakın bir sürede. Sonra dün Kardelen'in sahafa gidersen al dediği rus bir yazarın kitabını aldım. Oda 1970 yılında yazılmış. Annemden 3 yaş büyük.

Eski kitapların kokusunu içime çektim uzun uzun. Buram buram yaşanmışlık kokuyordu. Belkide bu yüzden seviyoruz kitap kokusunu. İçinde en özel yaşanmışlıkları anlattığı için. İçinde herkes kendine ait bir şeyler bulduğu için..Kitaplarımı sevdim. Evladım oldular daha ilk günden. Odamın en güzel yerine koydum bile içinde yılları barındıran,kokusu mutlu eden kitaplarımı.

Merve de bulutları seviyormuş. Onunla da yolda yürürken izledik uzun uzun bulutları. Çünkü bulutlar çok güzel. Bulutlar.. Kafayı bulutlarla bozduğumu düşünüyorum bazen.

Ama ne zaman mutlu olmak istesem bulutlara bakmam yetiyor. Ve ben böyle mutluyum.

28 Mart 2012 Çarşamba

İnsanlık için küçük benim için büyük bir savaş!

Dün dershane kaldığı yerden devam etmeye başladı. Dün aşırı yorgun olduğum için pek bir şey yazmadım zaten pek bir olayda olmadı. Ama bugün patates buruna karşı verdiğim savaşta galip geldim!

Dün sınıfa gittiğimde okuldaki sınıfımdan olan arkadaşım depresifle oturmuş sohbet ediyordu. (Allah diyen an) Kısa bir anlık yaşadığım şoktan kurtulup oturduğumuz sıraya geçtim. Ardından ders başlayınca oda yanıma geldi. Oturduk konuştuk biraz. Depresifin aşk hayatından bahsediyorlarmış. Platonik aşk hayatından. Kız muhabbeti işte bilindik. Şaşırdım ama bir anda depresifle görünce onu.

İlk ders matematikti. O adama nasıl gıcık olduğumu bir ben bilirim bir Allah bilir. Bu seferde telefonumun sıranın üstüne olmasına taktı. sıra arkadaşıma fedakar tutkal'ı gösterirken atar yaptı adam bana. Kaldır diye sonra her zaman ki vaazlarından verdi. Neymiş seneye dersinde telefonla uğraşanları dersine almıcakmışta bilmemneymişte anlattı durdu. Seneye bu adam asla ve asla giremez dersime. Dershanede olay çıkartırım ama bu adamı sokturmam derse. Şurada 2 ay kalmış zaten ondan sabrediyorum. Yoksa imkanı yok olmaz!

Bugünde yine bir ders onundu. Adamı görünce bana bir şeyler oluyor. Adamı görür görmez en arkaya geçtik pencere kenarına. Bulutları izledim derste patates burnunu görmektense. Bulutları izledim ama dersten de geri kalmadım sonuçta. Her dediğini yazdım her söylediğini dinledim. anlamadığım yeri sordum adama.

Bir bölümü anlamadım sordum hocam bunu nasıl bulduk diye adam soruyu anlatmak yerine "okulda size böyle göstermişlerdir..." diye başladı. Bende o sırada içimden "okul seni siksin" dedim. Meğersem içimden dememişim sessizce dışımdan söylemişim. Sıra arkadaşım haykırarak gülmeye başladı. O gülünce bende gülmeye başladım ama sadece gülümsedim yani sakince. O sırada patates burun bana soruyu anlatıyordu ben gülünce patates burun öndü neden gülüyorsun diye sordu. Bir şey söyledi ona gülüyorum diye kıvırdım. Sonra dedi ki "Böyle ciddiyetsizlikle kazanamazsınız sınavı" dedi. Sen misin bunu bana diyen! "KARŞINDA OKUL 3.SÜ DURUYOR ORRRRROOOSSSSSSPU ÇOCUUUUUU" diyecektim ama demedim,diyemedim. Sadece "Dersinizi dinliyorum,notumu alıyorum anlamadığım yeride soruyorum. Gülmek ciddiyetsizlik değildir sadece duyguların dışa vurumudur" dedim.

Götüne kazığı çaktım. 1-0 öne geçtim. Sonra "Okulda matematik hocanız.." diye girerken "Okulda matematik görmüyoruz." dedim gayet ciddi bir sesle. Sonra oda "ÖSYM'nin matematik görmüyoruz şıkkı yok" ama dedi. Bende "Zaten buraya gelme amacım matematiği öğrenmek. Gezintiye gelmiyorum." dedim. Ciddiyet mi istiyorsun al sana ciddiyet patates burnunu siktiğim.

Ben 2-0 öne geçmişken bozula bozula bir hal oldu "Yeni gençlik edebiyatla çok ilgili." dedi. Burada ağzımın laf yaptığını kastetti sanırım. Normalde olsa bunları söyleyemezdim. Nefret insanın hızlı düşünmesini sağlıyor sanırım. Bunu farkettim. O sözünü tamamlayınca "Evet hocam hayat matematikten ibaret değil. Okumakta gerek." dedikten sonra duymamazlıktan geldi. Derse devam etti. İnsanlık için küçük,benim için büyük ama Patates buruna verdiğim savaşı kazandım! Vinnıııııııırrr izzzzz ALİ!!!!!!11!1

26 Mart 2012 Pazartesi

Ben başkası olsam.

Ben eğer yakın çevremden birisi olsam kendimi uzaktan severdim. Samimi olurdum ama bir yerde mesafemi korurdum. Çünkü herkesle fazla samimi olmak istemeyeceğini bilirdim.

Mesela yanına gidip bulutlardan bahsederdim ya da bir ağacın rüzgarla savrulan,rengi hoşuma giden bir yaprağını gösterirdim. Ama onu alakadar etmeyecek bir sürü "ben" merkezli olayı anlatmazdım. Hem sararmış yapraklar konuşmak için çok güzel konu değil mi?

Ara sıra girer yazdıklarını okurdum. Hepsini değil. Merak ettiklerimi. Neler yaşadığını,içinde nasıl duygular biriktirdiğini anlamaya çalışmak için okurdum. Sonra konuşurken bunlarla ilgili bir kaç soru yöneltirdim. Ama derinlerine inmemeye özen gösterirdim. Çünkü bu konu hakkında konuşulduğu zaman ayrıntıya girmemeyi sever,bilirim.

Kitap önerisi alırdım. Kitap önerisi reçete gibi aynı,her insanın farklı zevkleri olabilir. Onun sevdiğini ben,benim sevdiğimi o sevmek zorunda değil ama yinede kitap önerisi alırdım. Önerdiklerinin hepsini okumasam bile bir kaç tanesini okumaya çalışırdım. Beğenmesem bile biraz olsun onu anlamak adına fazla kalın olmayanlarından seçip okurdum. Bir insanı anlamanın yolu onun zevklerini benimsemekten geçer çünkü. Bende ona bir kaç kitap öneririm,rus klasiklerine ilgisi olduğu için büyük ihtimalle önereceğim kitap rus yazarın olur.

Kitap önerince müzik önermeden olmaz sonuçta dinlediği çoğu müzikte aşina olduğum müzikler olduğu için önerdiği grupların başka şarkılarını ben ona tavsiye ederim. "Onuda severim ama bunun yeri başka" diye tavsiye ettiklerine üstünlük koyar.

Uzaktan severdim kendimi başkası olsam. Fazla samimiyete gerek yok. Zaten bilirdim onun herkesle samimi olmayacağını..

24 Mart 2012 Cumartesi

Gülümsemesi güzel olan insanlara karşı zaafım var.

Gerek özel dersimin bitmesi gerekse YGS için gittiğim dershanemin hafta içi olması nedeniyle hafta sonu bir şeyler yapayım dedim ve Speaking Kursuna yazıldım. 30 saatten oluşan 5 haftalık yabancı öğretmenlerin girdiği speaking kursuna yazıldım. Zaten beş hafta en azından farklı insanlar görmüş olurum ve zayıf olduğum İngilizce konuşmamı geliştiririm dedim.

Bugün saat 10daydı ilk ders. 10dan 1 buçuğa kadar. Sabah uyandım 3 haftadır sakız ettiğim kitabım Dr.Jivagonun son 70 sayfasını okudum önce. 500 sayfalık bu kitaba 3 hafta önce başladım iki hafta okuyup 430a geldim ardından edebiyat yazılısına bir hafta kalınca 420 sayfalık Halit Ziya Uşaklıgil'in Kırık Hayatlar kitabı aramıza girdi, ayrıca bir  hafta içinde bitirmek zorunda olduğumdan Dr.Jivago kaldı. Kitabı bitirdiğime edebiyat yazılısını da olduğuma göre artık Dr.Jivago'ma dönebilirim diye düşündüm ve sabah onu bitirdim.

Kitabı sonunda bitirdim. Ardından hazırlanıp çantama da yolda okurum diye Savaş ve Barış'ın ilk cildini son anda koyup çıktım evden. Malum 45 dakikalık yol okurum bol bol diye düşündüm. Zaten düşündüğüm gibi de oldu.

Kitaplı müzikli 45 dakikalık bir otobüs yolculuğundan sonra vardım. Geç kaldım 10 dakika üstelik. Dershanenin kurucusuda "bir daha geç kalma" diye uyardı. Geçtim sınıfa (!). Ne kadar sınıf denir bilemiyorum o iş toplantılarında olan koyu kahverengi büyük masa ve etrafında ciddi iş adamlarını bekleyen siyah sandalyelerle sınıfa benzer bir yanı yoktu doğrusu.

Zaten sınıf demeye de bin şahit ister. Benimle birlikte 4 öğrenci 1 İngiliz öğretmen. Kocaman bir masa ve sandalyeler. Özel ders havasında olması hoşuma gitmedi değil doğrusu. Bol bol konuşma zamanımız olur.

3 kişi var diyorum benim dışımda 3üde kız. Birisi çalışıyor hatta küçük kız çocuğu varmış (Duyunca şok oldum hiç göstermiyor çünkü) birisi üniversite hazırlık okuyor,ötekisi ise benim gibi Liseli ergen. Birde hocamız var Larry. Nasıl bir ingiliz anlamadım ben doğrusu bildiğin göbekli kel türk yani. İnanmıyorum o adamın ingiliz olduğuna hala.neyse.

Girdim sınıfa oturdum tanıştık kaynaştık. Tabi benim gözüm kaldı üniversite hazırlık okuyan arkadaşta. Bir kere DİŞLEK! Dişlek olan insanların gülümsemelerine zaafım olduğunu biliyormuşçasına ders boyunca gülümseyip durdu. O güldükçe ben eridim bittim. Dişlekler gülümsemesin için bir hoş oluyor sonra..

3 saatlik ders boyunca o gülümsedikçe içim eridi. Bir bunu bilirim. Dişlek insanlar yanımda gülümsemeyin. Lütfen rica ediyorum. Sonra Ali neden böyle :(

17 Mart 2012 Cumartesi

Geç kalınmış yaşanmamışlıklar.

Rüzgar önce yüzümü yalıyordu,ardından saçlarımın arasında parmaklarını gezdiriyordu. Hava güneşli ama üşüyorum. Anneannemin sözü geliyor aklıma "kışın güneşine kızın gülüşüne aldanma. Her ikisi de bünyede rahatsızlığa sebep olur." Haklıymış. Güneşe aldanmamak gerek. Rüzgar insanı tirtir titretecek kadar soğuk esiyor.

Durağa doğru yürürken parmak uçlarımın uyuştuğunu hissediyorum. Durağa kısa bir mesafe kaldı diye sevinirken metroyu kaçırıyorum. Hesaplamaların ters tepiyor. 5 dakika daha erken çıkmam gerekiyormuş evden. Geç kalıyorum.

Hayatımın özeti gibi aslında metroyu kaçırmak. Hep geç kalınmış yaşanmamışlıklardan ibaret. Eğer bir kaç vücut ya da bir kaç acı erken yetişebilseydim her şey daha farklı olacaktı. Ama ben hep geç kaldım. Yaşamak istediklerime geç kaldım. Bu yüzden yaşayamadım. İşte şimdide metro bütün geç kalınmış yaşanmamışlıklarımı o duraktan alıp götürüyordu. Beklemek gerek. Yeni birisi için beklemek gerek. Yeni şeylere yetişmek için beklemek...

İşte yenisi geliyor. Kapılarını sonuna kadar aralıyor. Hemen biniyorum. Pencere kenarına kurulup kitabımı okumaya başlıyorum. Sayfalar arasında kaybolurken inmem gereken durağa geliyorum. Hemen kitabı çantama atıp hışımla kapıya yöneliyorum. Yetişmem gereken özel ders var.

Zamanında varıyorum. Bu hafta sondu. 5 aylık kocaman bir özel dersin sonuna geldik. Nasıl mutluyum nasıl sevinçliyim anlatamam! Sonunda derin bir oh çektim. Artık daha az görücez ingilizcecimizin yüzünü.

Ders bitiyor eve dönmek için bu seferde otobüse biniyorum. Otobüse binmemle beraber hayatımın aşkının gözlerine kilitleniyorum. Ona doğru yürüyorum tam onun oturduğu koltuğa gelince gözlerinin içine bakmaktan kendimi alamayıp bir kaç saniye duraksıyorum sonra "Ali mal mısın? Kendine gel amk liselisi" diyorum. Yanına pat diye oturuyorum. Bir süre sonra o kalkıp iniyor. Hayatımın aşkı gözlerimin önünde kayıp gidiyor. Gitme diyemiyorum.  Renkli gözleriyle son kez bakıyor otobüse sonra iniyor. Gitme demek istiyorum ama o gidiyor. Ben yine otobüste hayatımın aşkını kaçırıyorum.

Ona da geç kalıyorum. Yaşanmamışlıklarıma yeni birisi ekleniyor o giderken..

13 Mart 2012 Salı

Fedakar Tutkal.

Hastalık ne güzel şeymiş yahu! Oh tüm gün evde yatıyorsun. Canın sıkılırsa kitap okuyorsun. Yemek yiyorsun müzik dinliyorsun zaman geçiriyorsun. Keşke hep hasta olsam okula gitmesem. Ah nerde..

Okula gitmedim bugün. Saat 10a kadar yattım. 10da kalkıp bir kaç fotokopi çektirmek için kırtasiyeye çıktım. İlk önce gittiğim kırtasiye 30 sayfasına 4,5 lira istedi (Sayfası 15 kuruşa geliyor.) Enayi gördü sanırım adam beni. Dedim ki "her yerde 5 kuruşa çekiyorlar ne burada 15 kuruş?" Oda atarıma atarla karşılık verdi. "5 kuruş kağıt parası zaten 5 kuruş. Neresi çektiriyorsa git orada çektir o zaman." Bende bu söze pabuç bırakmam tabi "Aman iyi ya tanıdık dedik buraya geldik,al fotokopi makinesini turşusunu kur" deyip çıktım. Nede olsa her yerde kırtasiye var.

Bu sefer gittiğim yer ise hem ikinci el kitaplar hemde kırtasiye malzemesi satan bir yerdi. Kadın verdiğim sayfaları çekerken bende kitaplara baktım. Aralarda çok güzel kitaplar gördüm ve ikinci el olduğu için çok uygun fiyatlıydı. En kısa zamanda bir çok kitabı oradan kurtarmaya gidicem. Ben almazsam gözümde kalır o kitaplar okuyanın gözleri kör olur.

30 sayfa olunca uzun sürdü baya bir kaç müşteri geldi kadın onlarla da ilgilendi. Kadının yüzünde hayattan bezmiş bir ifade vardı. Nasıl anlatsam sanki "hadi artık öleyim yeter yaşadım" der gibi bakıyordu. Her şeyden bir bıkmışlık bir baygınlık. Bir kadın çocuğuna pepee kumbarası almak için geldi. Kumbarayı verirken bastı kahkahayı "Çok tatlı ya halay falan çekiyor" dedi. Ama kahkahasında bile bir sıkılmışlık vardı. Ya da ben gözümde büyütüyorum..
Kadın çekti 3liraya hepsini. Oh mis 1,5 lirayada gittim kendime intense aldım. O atarlı kırtasiyede fotokopi makinesini götüne sokup sokup ağzından 15 kuruş çıkarsın götüme bokuma allaa allaaa!

Bugün salı olduğundan dershanem var sanıyordum. Dershane babama mesaj yolladığı ve babamda sağolsun bu mesajı okuma girişiminde bulunmayıp bana haber vermediği için kalktım boşu boşuna dershaneye gittim. Ama bu hataya düşen tek ben değilmişim okuldan sınıf arkadaşım olan kızda aynı hataya düşmüş. Girdik sınıfa matematik dersi vardı. Biz ilkte matematik-1 sandık ama orada bizi çok çok aşan mat-2 değil 3 değil 4 değil tam tamına 5 kilo balderesi balı... Yine ucunu kaçırdım! 11.sınıf matematik konuları gösteriyorlardı. Bize çok çok uzak konular onlar.

Ayrıca iki hafta yazılı haftalarından dolayı dershane ara vermiş ygs programına. Yani iki hafta boyunca ne patates burun var ne depresif yalnız var. Bakalım iki hafta sonra neler olacak.

Tabi bu sefer matematikçi de değişmişti. Adamın yaka kartında "Fedakar TUTKAL" yazıyordu. Fedakar tutkal ya. "Ah cınım bizim tutkal çok fedakar. Fedakar tutkal. tutkalfedakaredkadertutkadere. Ayrıca eğer Fedakar bir tutkal markası olsaydı kesinlikle BİM'de satılırdı. Ders boyunca adamın adına gülüp gülüp durduk. Fedakar tutkal. Tabi Ali bu fırsatı kaçırır mı? Paint terk tekniğiyle resmi yapıştırır. ehehehehe

12 Mart 2012 Pazartesi

Onlar gibi davranmalıyım.

Zaman zaman bende kimsenin beni anlamadığını düşünüyorum. Kendimi anlatmaya çalışsam farklı gözlerle bakılıyor. Sanki onlar gibi davranmak zorundaymışım gibi. Bende onlara garip gözlerle bakıyorum. Ve kendimi içeri değil onları dışarıya kilitliyorum. Kendimce bir savunma mekanizması oluşturuyorum.

Hala anlamıyorum ya onlar hayatta benim anlamadığım bir şeyi anladıkları için böyle davranabiliyorlar ya da ben hayattaki o boşluğun içinde kaybolduğum için onlardan farklıyım. Kafamı kurcalayan sorular.

9.sınıftayken çoğu insanla haşır neşirdim. Herkesten haberim vardı. 10.sınıfa geçince okuldan uzaklaştık sınıf olarak. Dil sınıfları hep böyle. Okul iki bölümden oluşuyor,Sayısal ve Eşit ağırlıkçılar birde dilciler. Zaten Sayısal ve eşit ağırlıkçıların hepsi aynı koridorlardayken bizimkiler en alt kattalar. Yani "Siz dilcisiniz okuldan ayrısınız" psikolojisi uyguluyorlar. Bizde bu kafayı yaşıyoruz.
11.sınıfta ise tamamen soyutlandık. Diğer sınıflarda kavga çıkıyor bizde 1-2 ay sonra geliyor haberi. Tamamen okulla alakası olmayan bir sınıf olduk. Böylesi de daha iyi aslında. Gerek arama,gerekse kontrol yapılırken bizim sınıfa yapılmıyor. Kimse karışmıyor dil sınıflarına. 

9ken çoğu kişiyle haşır neşirdim Serviste cool cool kulaklığımı takıp kitap okumazdım. Yanımda oturanla kızla sohbet ederdim. Hatta biz 9ken 12ler hep bizim konuşmamızdan şikayet ederlerdi. Baya yakındık. Zaten onun teyzesinin kocası benim babamın kuzeniymiş. Uzaktan akrabaymışız ayrıca. Kan işte çekiyor.  Birbirimize gidip gelirdik sohbet muhabbet güzel zaman geçirirdik.

Sonra 10.sınıfta servislerimiz ayrıldı. Servisler ayrılınca önce bağları koparmadık ama bir süre sonra her ne kadar aynı okulda olsak da gözden uzak olunca gönülden de ırak oldu. Bir süre konuşmayınca uzaklaştık baya. 

Ardından 11.sınıfa geçince tekrar servislerimiz birleşti. Ama bu sefer biz birleşmedik. Zaten eskisi gibi birlikte oturmuyoruz. Eskisi kadar samimi değiliz. Ben serviste müzik dinleyip kitap okuyorum. Ve daha bir kaç nedenden dolayı samimiyetimizi kaybettik.

Geçen yanıma oturdu serviste. Üniversitede okuyan kuzeninin süpriz gibi çıkıp gelmesinden vesaire bir sürü beni ilgilendirmeyen şeyden bahsetti. İlgiliymişim gibi dinledim. İstesem sadece bakıp geçerdim ama "eski günlerin hatrına" dinledim. Sonra benim bir şeyler anlatmamı bekledi sanırım. O sırada servisin camından dışarıya bakıyordum. Limon ağacı gördüm. Döndüm "Limon ağaçları çok güzel değil mi?" dedim. Benim bakmam gereken anlamsız gözlerle bana baktı. Şaşırdım doğrusu. Ben "Evet yapraklarının açık yeşili ve limonların sayısı çok uyuşuyor." demesini beklemiştim ama o sadece baktı.

Sonra "Aman neyse limon ağaçlarını boşver" deyip onun anlayacağı dilden okulda olan yahut onun ilgi alanına giren bir şeyden bahsettim. Hemen yüz ifadesi değişti. Şaşırdım doğrusu Limon ağaçlarına tepkisiz kalıp basit saçma konuları pür dikkat dinledi. 

Sanırım onlar gibi olmalıyım. Milletin yaptıklarını umursamalıyım. Acaba onlar ne der diye düşünmeliyim.  O zaman bu kadar yıpratmam belki kendimi.

7 Mart 2012 Çarşamba

Cumadan Pazara kaç gün var arada?

Geçtiğimiz cuma günü okula gitmedim. Canım hiç okula gitmek istemiyordu. Zaten Dilci olunca aman aman bir sorun olmuyor. Sadece 2 ders İngilizce kaçırdım ondada etkinlik yapmışlar 140 soruluk testin cevapları verilmiş derken geçmiş gitmiş. Ama ben iyi ki gitmemişim okula diye düşünürken gitmediğime pişman oldum.


Sabah sefası yapıp saat 10-11 sularında uyandığımda elektrikler yoktu. O gün evde yalnız olmayı düşünüyordum ama oturma odasına doğru yönelince kardeşimi gördüm.


-Sen niye okula gitmedin?
+Hastayım anne gitme dedi. Sen?
-Ben lisedeyim oğluuummm. Derslerim yoğun olmayınca gitmiyorum. Ne zamandır elektrik kesik?
+Ben 9da uyandım o zamandan beri kesik elektrik ama bugün bakım varmış elektrik hatlarında baya uzun sürecekmiş kesinti.
-İİİİİİİİİİİSSSSSYYYYEEEAAAAĞĞĞNNNNN


Sonra kendime dönüp dedim ki "Alicim bak elektrik yok. Bilgisayarı açsan bile internet yok. O zaman otur İngilizce ödevini yap. Elektrik gelene kadar 20 sayfa testin kaç tanesini yaparsan kârdır." Başladım testleri yapmaya..


1,2,3,4,5.... Elektrik gelmiyor 6,7.. Yok gelmiyor. 12,13,14..  Gelmiyor. 18,19,20.. ANANI AVRADINI TESTLER BİTTİ HALA GELMİYOR!
Ne yapsam diye kara kara düşünürken aklıma pilavlı sohbet düştü. Tam ona gülerken aklıma sebzeli pilav geldi. Nasıl canım istiyor nasıl özledim bir ben bilirim. Hemen en yakın market BİM'den 1,5 milyona garnitür aldım. 1,5 milyona olması çok şaşırttı. "Oh neyse ucuza geldi" diye düşünürken ucuzluk götümde patladı. Pirinç olduktan sonra garnitürü süzüp tencereye attığımda havucun boyası aktı pirince. Turuncu pirinç pilavı oldu. Ardından bezelyenin boyası aktı turuncu yeşil karışımı bok rengi kıvamında bir pirinç oldu. Halbuki ben pirinç lapa olmasın diri olsun diye ne uğraşlar vermiştim.
Bu yaptığını hiç unutmıcam adi BİM garnitürü! Senin amına koyayım adi BİM garnitürü! Eski sevgilim bile bu kaşarlığı yapmazdı adi BİM garnitürü!


Sonu hüsran olan pirinç pilavını da çöpe boşalttıktan sonra odama geçtim geri. Bunlar olup bittiğinde daha saat yeni 2'yi vuruyordu ve hala elektrikler kesik. İyice boşluğa düştüm. Sonra en iyisinin bu sessiz elektriksiz günde kitap okumak olduğu kanısına vardım. Oturdum 1 saat kitap okuduktan sonra göz kapaklarım ağırlaştı ve kitabı komidinin üstüne bırakıp 2 saatlik nefis bir uyku çektim. Uyandığımda hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu ve hala elektrik yoktu. Tedaş'ın 7 ceddine daha evrimleşmemiş maymun atalarına kadar akraba olduk.


Kardeşimde sıkılmış olacak ki monoploy'le geldi odama. Bende zaten sıkılıyordum getir oynayalım dedim. Zaman su gibi akıp geçti. Oyunun sonuna doğru elektrik geldi. Oyunu kazandım kardeşimi borç batağına ve iflasa sürükledim. Mutluyum. Yine olsa yine yaparım - kötü insan kahkahası- nihahahahaha.

Elektrik geldi gelmesine ama bilgisayarıma elektrik gelmedi. Kablo iletmedi. İsyana sürükledi beni bu olay. Deliye döndüm. Zaten tüm gün elektrik kesikti birde üstüne bilgisayarımın kablosunun bozulması süper oldu. Yapacak bir şey yok yeni kablo alana kadar bilgisayarsız (Kısaca kardeşimin bilgisayarıyla) kalmak gerekiyormuş. Bilgisayar olmayınca insan odasına yöneliyor. Oda düzenleniyor,temizleniyor,bir ferahlık geliyor. Ara sıra bilgisayarım bozulsa odam için iyi olur gibi duruyor.


Cumartesi günü özel dersti,oydu buydu derken su gibi kıp gitti zaten. Bilgisayarımın yokluğunu aramadım. Pazar günüyse annemle birlikte pasta börek çörek günü ilan ettik. Kurabiye,gül tatlısı, revani yaptık. Envai çeşit şekilleri olan kurabiyeler yaptık. Hatta ben abartıp bulut şeklinde kurabiyeler yaptım. Kardeşim çükü olan cin ali yaptı. Baya eğlendik doğrusu. Bunu her pazar yapmamız gerekiyor aslında.


















Derken 3 günlük tatil sonunda pazartesi günü geldi çattı. Ben ders çalışmayı test çözmeyi seviyorum ama okula gitmekten nefret ediyorum. Çünkü okul benim için büyük zaman kaybından başka bir şey değil. Keşke okulda dershane gibi temel dersleri verip bıraksa. Müzik beden rehberlik gibi saçma salak dersler yerine okul tatil edilse. O zaman belki sevebilirdim okulu.


Salı geldi! Salı demek günlerden dershane demek. Eğlence demek,gülüp gülüp eğlenmek demek.


Sınıfa çıktığımda dersin başlamasına 2-3 dakika vardı. Sınıfı bir süzdüm depresif yalnız her zamanki yerinde,jilet necla yine en arkada (Sınıfın hanımağası olan kız) benim sınıftan tanıdığım kızda beni bekliyor en önde. Oturdum yanına,hemen depresif yalnızı çekiştirmeye başladık. "Bak bak geçen hafta tayt giymişti bu hafta beyaz pantolon giymiş hohohoheehehehihihi" derken hoca geldi.


Günlerden dershane derslerden Patates burun. Bu adamdan nasıl nefret ediyorum nasıl gıcığım anlatamam. Geldi o koca göbeği ve patates burnuyla bir kaç işlem çözdü. Yine dershaneyi övdü ardından siktir olup gitti zaten. Bir daha gelmemek üzeredir umarım.


Ardından ders Tarihti. Tarihçi sınıfa "Selamın aleyküm agalar!" diyerek girdi. Adam eğer ot içip gelmiyorsa benimde adım Ali değil. Sınıfı kırıp geçiriyor. Yok böyle bir komiklik.


Şakalar komikliklerle geçti ders. Sınıfta herkesin depresif yalnıza bir tepkisi var ki anlatamam. Jilet Necla en son "Depresfi yalnız bi bagsana. Susmaz mısın sen?" dedi. Herkes güldü önce susmaz mısın değil susar mısın ahahahha diye. Depresif bu lafa bozuldu. "Susmam ne olacak?" dedi. Gelirsem sustururum dedi jilet necla jiletliğini ortaya koyarak. Depresif yalnızda neyine güveniyorsa gel sustur dedi. Depresif jilet necladan dayak yemezse iyi. Hadi bakalım hayırlısı. 


Ayrıca depresif eline önce "Ahmet <3" yazdı. Sonra önü öptü! Teneffüste sevgili muhabbeti geçti. Ben hep platonik takılıyorum dedi. Biz gülmeye başladık. Sıra arkadaşımla " bu depresiflikle platonik olman doğal" deyip güldük kıza. Sonra kız bozulmuş olacak ki "Ama herkes de bana platonik olur" dedi. Sonra ben içimden bastım "Yaaaaaa heeeee heeeeeee"yi. 


Tarihe yardımcı bilim dallarını yazarken hoca depresif "Edebiyatta var mı hocam? " dedi. Ardından ben tutamadım kendimi "Edebiyat bilim dalı mı?" dedim. Bir şey diyemedi. Tarih dersinin tamamı yalnız depresifi bozmakla geçti.. Ben çok eğlendim salı günü derste.


Çarşamba yani bugün ise depresif fazlaca yalnız sessiz ve her zaman olduğu gibi depresifti. Hatta bir ara ağlamaya başladı. Kız ağladıkça sınıftakiler güldü. Tamam hoş değildi ama komikti allaaaşkına. Zaten sonra kızı da güldürdüler de olay tatlıya bağlandı. Ama ağlarken bir komik oluyor anlatamam. İbretlik bir ağlayışı vardı kızın. Ben ki genelde birisi ağlayınca teselli ederim ama bu sefer kıza bu kadar takıldığımızdan mıdır nedir gül gül öldüm kjdfsghkjdsf


Dersten çıktım. Dersten önce içtiğim suların basıncından mıdır nedir aşırı derece sıkıştım. Yolda bir cafeydi bir bakkaldı bulup rahat rahat salarım diye yürümeye başladım eve doğru. Ve tabi ki yine kebapçıya denk geldim. En son börekçi olayından sonra girmeyecektim o tuvalete ama mecbur kalınca insan o kokuya katlanmak zorunda kalıyor... Yine de size tavsiyem; Soğanlı yemek satan bir yerin tuvaletine mecbur kalmadığınız sürece girmeyin.


Eve doğru yürürken karşıdan uzun boylu,çok şık değil ama paspalda sayılmayacak giyinimli,elleri montunun cebinde kulaklıklarıyla birisi yürüyordu. Giyim tarzı hoşuma gitmişti uzaktan baktığımda çünkü diğerleri gibi götümü mü açsam bacağımı mı göstersem havasında değil gayet rahat ve bir o kadarda üstüne yakışmış bir kıyafetle çıkmış dışarı.


Tam karşı karşıya geldik göz gözeyiz ben kendimden bir özgüven patlaması bekliyorum tanışmak için (ama gelmiyor) "Merhaba ben Ali." demek için içim içimi yiyorken birden göz kırptı bana. İç organlarımın halay çektiğini hissettim bir an. Kalbimde halay başı olmuş ağzıma doğru geliyorlar!


Sadece kaşlarımı kaldırıp baktım. GÜLÜMSEYEMEDİM. Keşke gülümseseydim belki tanışırdık bu vesileyle. Hem ikimizinde kulağında kulaklık vardı. Belki oda coldplay dinliyordu. Olamaz mı? Olabi.. Tamam vurmayın tamam ya aşk tesadüfleri severin etkisinde kalmış olabilirim biraz :( Zaten belki tam bana bakarken gözüne bir şey kaçmış onun için kırpmışta olabilir. Ya da tiki vardır o anda bana denk gelmiştir. Tabi o gittikten sonra uzun süre arkasından baktım. Belki geri döner diye ama o geri dönüş sadece filmlerde oluyormuş. Bunu da deneyim ettim. 


Hayatımın aşkını yolda yürüken kaybettim,gören olursa haber versin...