26 Ocak 2012 Perşembe

Allah Gelecek.

Teyzem önermişti yazın "Allah Gelecek diye bir film var izle bak seversin" diye. 15 tatilde filmlere iyice sardığım için ve zaten adı ilgimi çektiğinden oturup izleyeyim dedim. Sanırım İran yapımı ya da başka bir Arap ülkesi. Arapça konuşuyorlardı filmde.
Filmin konusuna gelecek olursak annesi hasta olan iki küçük kardeş var. Biri kız biri erkek. Erkeğin adı Muhsin ama kızın adını anlayamadım. Anneleri çok hasta ve ameliyat olması gerekiyor. Babası şehre gidiyor gerekli parayı bulmak için. Çocuklar annesi ve anneanneleriyle birlikte evde kalıyorlar. Anneannesi her zaman "Allahtan umut kesilmez, Allah her şeyin en iyisini bilir." gibi şeyler söylüyor çocuklara. Annelerinin iyileşmesi için dua etmelerinin gerektiğini; Allah'ın her şeyi bildiğini gördüğünü duyduğunu...
Ardından Muhsin pul alıyor bakkaldan. Evlerinde gizli gizli mektup yazarken kardeşi giriyor içeriye. "Ne yapıyorsun" diye soruyor. Mektup yazdığını söylüyor Muhsin. Kime diye sorduğunda kız kardeşi Allah'a diyor. 
"Biz iki kardeşiz,annemizin ameliyat olması gerek ama yeterli paramız yok. Anneannem hep senden bahsediyor bize. Senin çok iyi biri olduğunu senden başka kimsenin yardım edemeyeceğini. Lütfen annemin iyileşmesi için yeterli parayı gönder. Çünkü biz seni çok seviyoruz" gibi bir mektup yazıyorlar. Alıcıya Allah yazıp posta kutusuna atıyorlar. 
Postaneye gidiyor zarflar ayrılırken postanede çalışan kadın zarfı alıyor. Üzerinde adres yazmayınca açıyor mektubu okumaya başlıyor. Kadın okuduktan sonra ağlıyor. Bütün çalışanlar yanına geliyorlar kadın anlatıyor. İki küçük çocuğun anneleri için Allah'a mektup yazdığını. 
Ardından postane çalışanları yaşadıkları yeri bulup, aralarında para toplayıp kadını ameliyat ettiriyorlar. Kadın iyileşiyor. 
Benim hoşuma gitti film. Çocukların Allah'a mektup yazması. O mektubu kadının açması. Onlara yardımın iletilmesi.. Duygulandırdı. 

21 Ocak 2012 Cumartesi

Trafik işaretlerindeki hayal gücü.

Otobüste kulaklığımı takmış giderken trafik levhalarına sardım. Oturdum geçen levhaları inceledim amelie soundtrack'lerini dinlerken..
Önce şu levha çıktı karşıma. Çoğu kişinin engebeli yol olarak bildiği bu şekil aslında benim için fil yutmuş bir boa yılanıydı,büyüklerin şapka olarak algıladığı. Küçük Prens'in etkisinde çok kalmış olabilirim ama engebeli yoldan çok fil yutmuş boa yılanına benzemiyor mu?
Gülümsedim bu levhayı görünce. Bana bir çok şeyi hatırlattı. Bir an gerçek hayattan kopup hayal dünyama sürükledi beni.
Ardından "Kasisli yol" anlamına gelen şu levhayı gördüm. Abi bu levhayı bildim bileli ben meme olarak algılarım. "DİKKAT MEME ÇIKABİLİR" gibisinden. hahaha. Subliminal mesajın Allahını veriyorlar yalnız meme şeklindeki kasisli yolla. Baktım baktım kasisli yola benzer bir yanı yok ama memeye benzer çok yanı var dedim. Sonra geçip gitti.
Zorlasam veya görsem bir kaç tanesini daha bir şeylere benzetirdim ama ineceğim durağa geldim bu iki levhayı düşünürken. 
Deneyin bence sizde bunu. Çok eğlenceli. Cidden.eheh

Bazı şeyler zor geliyor.

Biriyle tanışmak zor geliyor artık. Birisine kendimi tanıtmak,anlatmak.. Sevgilim olacaksa hakkımdaki veriler kilobayt kilobayt işlense ya hard diskine.. Olmuyor işte.
Mesela bilsin istiyorum çocuk gibi şımartılmayı sevdiğimi. Bana takacağı içinde “minik,küçük” geçen kelimelerle hitap ettiğinde mutlu olabileceğimi, bir anda cebinden çıkaracağı Browni intense ile minik bir çocuk gibi sevineceğimi düşünmeli.
Soğan sevdiğimi bilsin ki kendisiyle hiç çekinmeden yiyelim soğan salatasını bol sumakla. Veya sarılmanın en büyük huzur olduğunu düşünsün oda benim gibi. Durmadan sarılalım. Kalp atışlarını çok çok çok hissedeyim..
Saçlarına önem versin. Yüzüne bakım yapmak yerine saçlarına zaman harcasın. Bakımlı ve uzun saçı sevdiğimi unutmasın ve saçları uzun olsun.. Nehir gibi dökülsün omuzlarından. Kitap okumayı da sevsin. Rus klasiklerini birlikte okuyayım.
Mutfakta vakit geçirmeyi oda sevsin. Beraber bol kremşantili pastalar yapalım. Pandispanyayı fırına verirken yanında mercimeği de fırına verelim eheh.
En önemlisi de ben anlatmadan bilsin bunları işte. Bunları birilerine anlatmak zor geliyor bana biliyor musun? Hemde çok zor..
Biriyle tanışmanın yorgunluğu.. Bu yüzden birileriyle tanışma özürlüyüm sanırım.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Her şeyin başı hastane

Hastaneleri oldum olası sevemedim. O koku,o doktorlar. Bugünde kontrolüm vardı. 1 saat yol gittim 5 dakikalık kontrol için. Yanarım yanarım buna yanarım. 
Acil girişinden girmemi söyledi teyzem. Otobüsten indim,acil girişini arıyorum. Önce simitçiye sordum yanlış yeri gösterdi piç. Ardından fakültenin starbaks tarzındaki kafesine sorunca şurada otopark var oradan düz git bilmem ne bilmem ne dedi.. Neyse otoparkı bulursam devamı kolay dedim. Kadının dediği yere doğru bir gittim. Her yer otopark.... Nereden gideceğimi şaşırdım. Buldum ama sonunda
Kapıdan içeri girmemle o ürpertinin gelmesi bir oldu. Herkes bir yere gidiyor. Beyaz önlüklü insanlar hızlı hızlı önümden geçiyorlar.. Bende başhekimliği arıyorum o sırada. 2 kattaymış. Merdivenlerden çıkarken bir an farklı bir hisse kapıldım. "Ben doktor olmalıydım,bu merdivenleri beyaz önlüğün içinde diğer doktorlar gibi elimde sonuçlar, hızlı hızlı çıkmalıydım." O an kendimi doktor hayal ettim. "Doktor olsam cerrah olurdum herhalde. Cerrah olsam ilk eski sevgilimin beynini açar kontrol ederdim cidden orada beyin var mı diye."
düşüncelere dalarken pat beyaz önlüklü iri yarı bir adama çarptım. Radyoloji bölümü yazıyordu kartında.
Bana bu olay bir kerede adliyede olmuştu. Adliyenin merdivenlerinden çıkarken kendimi avukat olarak hayal etmiştim. Adalet yanlısı, üzerimde o giydikleri uzun siyah cübbe, elimde o dikdörtgen çantayı taşıdığımı düşünmüştüm. Sanırım üniforma cazibesi dedikleri bu olsa gerek.  
Başhekimliği buldum ardından,teyzem ilgileneceği için benimle hemen onun yanına gittim. Oda beni genel cerrah doktoruna götürdü kontrol için. O sırada hemen "Cerrah Ali Bey,hastanız var" gibi hayallere daldım. Doktorluk cool meslek anasını satıyım ya. Hekim Ali bey,genel cerrah ali bey,üroloji uzmanı ali bey. Uuuu beybi beybi ama gel gör ki bu gidişle bu Ali bey tercüman olacak ehehe.
Doktorun önceki hastasının çıkmasını bekledik bir süre. Hastanenin o iğrenç kokusu var ya hani ölsem de o hastaneye gitmesem dedirttiriyor. Zaten hastanenin acil girişini bulmakta ayrı bir dertti. İnsan acil girişini basit bir yere koyar ki acil durumlarda insanlar ölmeden yetişebilsin. Ama o acili bulana kadar hasta öteki dünyayı boylar tanrı karşısında hesap vermeye bile başlar...
Hasta çıktı ben girdim içeri. Tabi ben Doktor House kıvamında birini beklerken Doktor Necati amcayla karşılaştım orası ayrı. "Naber la cerraaaaam" diyesim geldi ama ergenliğimi kendi içimde yaşamam gerektiğini farkettim o sırada. Adam kontrol etti. 5 dakika sürmedi birde lan bunun için mi bana 45 dakikalık yol çektirdin oç diyesim geldi. Demedim,diyemedim. Aman aman bir sorun olmadığını söyledi. Sonra tekrardan 45 dakikalık yol çekerek eve döndüm. 
Yine bugün fazla beklemedim teyzem oradaydı diye,eğer olmasaydı saatlerce oturup beklerdim orada adımın okunmasını. 
Şu ülkede eğitim ve sağlık hizmeti düzelse diyorum.. Ne güzel olur aslında.

17 Ocak 2012 Salı

Bugün günlerden "Mutluluk"

Hava ne zaman güneşli olsa içimi bir mutluluk kaplıyor. Sevinçli oluyorum. Kasvetli havalar bana göre değil.
Bu sabah geç uyandım. Uyandıktan sonra bir güzel kahvaltımı edip bu güneşli güne bir kaç saat kitap okuyarak başlamaya karar verdim. Bitirmem gereken kitapların sayısı günden güne artıyor çünkü. 
Geç uyandığımdan dolayı kitaptan kafamı kaldırdığımda öğlen olmuştu. Bu sırada aynı saatte yatmamıza rağmen benden 2,5 saat sonra uyanan Burak mesaj attı. Özel dersim bugüne alındığından bende bir yandan hazırlık yaptım bir yandan onunla mesajlaştım.
En son ayakkabılarımı giyinip,kulaklığımı taktıktan sonra attım kendini soğuk ama güneşli havanın kollarına. Bulutlar bugün çok güzeldi. Gözlerimi bulutlardan alamadım. Eğer bir gün bir yerde yukarıya bakarak yürüyen birisini görürseniz,bilin ki o benim eheh.
Metroya bindiğim zaman boş bulduğum karşılıklı olan yerlere oturmayı seviyorum. Yine boş olan 4lü o koltuklara geçtim. Kitabını okumaya başladım.
Benden 2 ya da 3 durak sonra elinde spor bir çanta boynundaki beyaz atkıyı tamamlayıcı olarak güzel bir deri mont ile hoş bir pantolon giymiş bir kız oturdu yanıma. Minik burnu,kumral teni ve sevimli bir yüzü vardı. Benden en fazla bir yaş büyüktü tahminimce. Sanırım yine metroda aşık oldum. Benim şöyle bir inancım var ki " Eğer bir metro aşkımla ikinci sefer karşılaşırsam büyük bir aşk yaşayacağım." sonuç olarak hiç karşılaşmadım. Ama karşılaşırsam yaşıcam. Valla bak.
Kitap okurken ona yaslanmayı çok istedim ama yaptım mı? Yapmadım. Yapamadım. İçimde kaldı. 
Bir ara kitabı bırakıp telefonumla ilgilenirken karşımda oturan amca Tolstoy okuduğumu görünce; Tolstoy'un bir kitabını önerdi. Nedendir bilinmez mutlu oldum. Tolstoy okuyan insanları hep sevdiğimdendir belkide. Ardından o amcanın yanına oturmuş bir adam kitabın kaç cilt olduğunu sordu. Tek cilt dedim bende. Oda "Bu kitabın aslı iki ciltti. Kısalta kısalta bir hal etmişler,yazık." dedi. Sonra Savaş ve Barış'ın da aslında 4 cilt olduğunu söyledi. Kitapların özünden saptırıldığından bahsederken aklıma  George Orwell'ın 1984 kitabında anlatılanlar geldi. Yoksa o kitapta yazanları mı gerçekleştirmeye çalışıyorlardı diye düşünmeden edemedim.
Metrodan metro aşkımla aynı durakta indik. Merdivenlerden çıkarken 2 kere dönüp baktı bana. Ben bir an nedendir bilinmez kendimi çok ezik büzük hissettim,omuzlarım düştü kamburum çıktı. Sonra dedim ki noluyor Ali ne ayaksın sen? Metro aşkım ilk gişeden bense yanındaki gişeden çıktım. Bir daha görüşmemek üzere yollarımız ayrıldı onunla.
Ardından Kardelenlere vardım. Özlemişim Kardelen'i de. Sağ olsun beni tuvalette sıçarak karşıladı eheheh  Benim onlara varmamla İngilizce öğretmenin gelmesi bir oldu zaten. 2 saatlik sürecek dersi İngilizceci de 1,5 saate düşürdü hemen bitti gitti. 
Kardelen gibi bir arkadaşınız varsa diyorum. Mutlu olmanız için yeterli bir sebep. Kiminle konuşursam konuşayım onunla konuşurken ki rahatlığı kimsede hissetmiyorum. Anlattığım saçma da olsa dinler. Tavsiyeler verir. Üzgünsem teselli eder. Yargılamaz. Dedikodusu desen yoktur zaten neyin dedikodusunu yapsın şu sevilesi tipiyle eeheheh. Bugünde beni yine mutlu etti. Bulutları ne kadar çok sevdiğimi biliyor,oda sever benim gibi. Gitmiş kitap fuarından bana bulut gözlemcisinin rehberi kitabını almış. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Böylede sevilesi bir tip işte. Bak yine aklıma geldi mutlu oldum ehe. 11. katta oturuyorlar. Ne zaman penceresinden gökyüzüne baksam bulutlara dokunacakmışım gibi hissediyorum. Birlikte bulutları izledik. 
-Düşünsene herkes bir şeylere sahip. Market özel birine ait,yollar devletin. Arabalar evler... Hepsi özel ve bir düzen içinde.
+En azından bulutlar hâlâ hepimizin Kardelen..


Aslında kötü örnek bir arkadaş. Bana puro içirdi. Çok güzeldi. Ballı beylee. Hayatında ağzına sigara almamış biri olarak ballı puroyu sevmedim değil. Hep arkadaşlar bozuyor beni aslında! Hep Kardelen Hep. (Böylede överken bir anda itin kıçına sokarım kardeleni eheheh) Puronun tadı damağımda kaldı ama. Birde sigaranın bağırsakları çalıştırması diye bir gerçek var tuvalete zor attım kendimi.
Akşam eve dönerken de Burak'la mesajlaştık yine. Onun söyledikleri de bir o kadar mutlu etti. Yazdıklarım hakkında konuştukta. Mutlu oldum söyledikleri karşısında. 
Bugün günlerden mutluluktu,küçük şeylerden mutlu olan ben için.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Günaydın sevgilim!

Uyanıp yanımdaki yastığı kontrol ettiğimde yoktu. Bu sabah diğer günlerin aksine benden erken uyanan o olmuştu. Havayı koklayınca kızarmış yumurta aldım. Eşofman altımı çekip önce yüzümü buz gibi suyla yıkadım ardından mutfağa doğru yol aldım. 
Mutfağın kapısını açmamla beraber kızarmış ekmek ve tereyağı kokusu ciğerlerime doldu.Üstüne bol olan kareli gömleğim,saçına stabilo ile yaptığın topuzla çok uyumlu olmuştu. Söylemeden edemedim.
Kapıda beni görünce gülümseyerek "En sevdiğin şekilde yaptım yumurtanı. İçine peynir rendelenmiş olandan. Çay suyu da koydum. Meyveli çayın birazdan hazır olur" demesiyle kendime geldim.
Masada kızarmış ekmekler,envai çeşit reçel ve limon sıkılıp zeytin yağı gezdirildikten sonra üzerine pul biber dökülmüş yeşil zeytinler vardı. Çaycı "Tık!" edince poşet çayın kağıdını yırtım kupa bardağıma koydu. Ardından sıcak suyu döktü. Ben ne kadar meyveli çay seviyorsam oda o kadar normal çay seviyordu. Kendine tavşan kanı bir çay koyup karşıma geçti. Kahvaltımızı ederken Migros'un broşürüne baktım. Balı görünce "of canım bak çekti kaymakla" dememle hop hop kalkıp bak ve kaymak koydu. Minik bir çocuğa uzun zamandır istedikleri oyuncağı almışlar gibi mutlu oldum.
Ben bal ve kaymağı kızarmış ekmeklerle mideme indirirken dün akşamdan kalma bir kaç kahve bardağını gördüm tezgahta,birisi kırılmıştı. Kızgın gibi görünmeye çalışırken gülerek "Dün ki dedikodu gecenizde anlaşılan kızlarla alkolü fazla kaçırmışsınız. Kahve yapayım derken kırmışsınız kupayı. Birilerini çekiştircem diye neler yapıyorsunuz cık cık." dedim. Hemen sevecen bir tavırla "amaaa eğlendiiik." dedi. Ardından mutlu bir şekilde kahvaltımızı bitirip,hızlıca üstümüzü değiştirdik. Onun sınavı vardı benimse almam gereken kitaplar bu yüzden birbirimize hoşçakal öpücüklerimizi verip çıktık evden. 
Güzel başlamıştık güne..

10 Ocak 2012 Salı

Bazı insanlar kalplerini sandıklara kilitlemiş.

Bazı insanlar kimseyi sevemez oldukları gibi yaşar giderler. Güven sorunları vardır çünkü. Kalplerini sandıklara kaldırıp kilitler vururlar. Kimseyi sevmek,kimseye bağlanmak istemezler.
Çok uğraştım ona bir şeyleri sevdirmek için ama nafile. Kimseye anlatmadığı o geçmişinde birisini o kadar sevmiş ve sevdiği kişi ona öyle bir koymuş ki bir daha kimseyi onun yerine koyamamış diye düşünmeden edemiyorum. Ve eminim ki böyle. Çünkü bir insanın güvenini en sevdiği insanın gitmesi öyle bir sarsar ki; bir daha kimseye güvenesi kalmaz.
Etraflarında insanlar var. Arkadaşları var,dostları var belki ama hepsine karşı belirli bir mesafede. Çünkü birini çok sevip ileride o gidince yara almaktan korkuyor. Mesela sarılma fobisi var. Düşünsenize sarılmak… Dünyadaki en huzur verici eylem. Ama o kimseye sarılmayı sevmiyor. Çünkü insan birine sarıldığında o huzuru görünce ileride çok arıyor.
Öyle insanlardan uzak durun çünkü onlar hiçbir zaman ne sizi ne de başkasını sevecekler,sevseler de belli etmeyecekler.. Benden söylemesi.

5 Ocak 2012 Perşembe

bugün kendime tatil verdim.

İçim o kadar sıkılıyor ki. Duvarlar üstüme üstüme geliyor. Aslında her şey yolunda..
İç ses: Hayır her şey yolunda değil. Her günün okulda boş vakit geçirerek geçiyor. Etrafındaki insanlar mutluyken sen mutsuzsun. Ve en kötüsü de mutsuz olmana rağmen mutluymuş gibi görünmeye çalışman. Birde seni kimse hayatının merkezine oturtturacak kadar sevmiyor. Saklama bunları.
Böyle bir sıkıntı içerisinde ne ders çalıştım nede kitap okuyabildim. Tatil verdim bende kendime. Okulun ilk günlerine yaptığım revaniden sonra girmemiştim doğru dürüst mutfağa. Sabah canım krep çekti 3 krep yaptım 1i yandı düşüncelere dalmışken ben. Öğlen canım o kadar çok bol domatesli-salçalı makarna istedi ki gittüm makarna yaptım. Tadı güzel oldu.
Üstüne tatlı niyetine çikolata şelalesi denilen browni çakması bir kek yaptım. Çok şekerli oldu. Sevmedim. Ben ki şeker komasına girecek kadar çikolatalı şekerli şeyler yiyen insan,bir parça yeyip bıraktım tüm keki. Yalnızdım tüm gün. Diğer bir deyişle kimsesiz. Tek başıma bir şeyler yapmak içimi daha bir acıttı bugün. Aslında biliyorum boş yere kendimi üzdüm. İçim sıkıldı daraldı  Nasıl bok bir günsün sen. bit artık lütfen.

4 Ocak 2012 Çarşamba

İzmir'de yaşamalıydım.

Her insanın içinde bir İstanbul Aşkı vardır. Şiirler,şarkılar hep İstanbul’a yazılır. Tarihi açıdan da bütün büyük dünya devletleri İstanbul’u fethetmek için savaşmışlar. İdeolojik açıdan bakarsakta neredeyse 3 kıtayı birbirine bağlıyor olabilir. Ama bir izmir değil.
Ben İstanbul’u hiç sevemedim. İstanbul denilince aklıma gürültü,trafik,kalabalık geliyor. Bana göre bir yer değil İstanbul. Çoğu kişininde neden bu kadar kalabalık bir şehri sevdiği hâlâ aklımda büyük bir soru işareti.
Benim yaşamam gereken şehir İzmir. İzmir’de olmalıyım ben. Sakin,huzurlu,deniz kenarında..
Geçen hafta İnkılap dersinde Konumuz İzmir’in İşgalini işliyorduk. Konunun yanına bu fotoğrafı koymuşlardı. Fotoğrafı görmemle gözlerimin yaşarması bir oldu. İzmir işgal edilemezdi. Hoca anlatmaya başlayınca sinirlerime yenik düştüm birden ağlamaya başladım. Benim hayallerimin şehri işgal edilemezdi. Aradan 90-100 yıl geçmiş olmasına rağmen çok etkiledi bu olay beni..
Düşünsenize bir gün uyanıyorsunuz ve böyle bir haberle karşı karşıyasınız. tüyler ürpertici.
Geçende yakın bir arkadaşımla konuşuyorduk. Üniversiteyi İzmir’de okumayı düşündüğümü söyledim.
Sen zaten İzmir’li olmalıydın. İzmir’e o kadar çok benziyorsun ki.. Bir gün neşeli,bir gün puslu ama hep sakin.. Zaman zaman sinirli bazen çok yoğun,gününe göre durgun.. İzmirin kordonunda sabah yürüyüşleri yaparak veya bulutsuz güneşli bir sonbahar günü güneşin batışını izleyerek yaşlanmalısın.
dedikten sonra gözlerim nasıl yaşardı anlatamam.

  • Herkes İstanbul’u sevebilir ama bir İzmir değil.

3 Ocak 2012 Salı

Ben sana aşık olmak istememiştim ki.

Boşverelim aşkı, aşk kötü. Ama sen hep benimle kal olur mu? Aşık olmak istemiyorum,bazı isteklerim var mesela.
Beraber kitap okuyalım istiyorum.
Sende benim gibi kitap okumayı sev,birlikte kitap okuyarak zaman geçirelim istiyorum. Ben okuduktan sonra kitabı sana vereyim,sen bitirince beraber kitap hakkındaki düşüncelerimizi tartışalım. Beğendiğimiz bölümlerin altlarını çizelim. Beğenmediğimiz yerleri eleştirelim. Boş boş konulardan konuşmak yerine bunlardan bahsedelim. Kütüphane ortamlarını severim. Beraber kütüphaneye de gidelim mi?
Birlikte müzik dinleyerek yolculuk yapalım istiyorum.
Sevdiğimiz şarkılardan güzel bir playlist hazırlayıp uzun bir yolculuğa çıkalım. Sen bana başını yasla. Saçlarının kokusunu daha iyi alabileyim. Yolculuklarda uyuyamam bilirsin ama sen omzumda dilediğin kadar uyuyabilirsin.
Yeni bir şehir keşfedelim istiyorum.
Hangi şehir olduğunu önemli değil. Elini tutmama izin ver ve keşfedelim şehri birlikte. Günün sonuna doğru biten paramız yüzünden hiç bilmediğimiz bir şehrin köhne sokaklarında yürüyelim saatlerce. Yön bulmada kuvvetliyim. Ben yanındayken kaybolmaktan korkmana gerek yok ama hep elin elimde olsun olur mu?
Sarılmayı sev istiyorum.
Şu dünyada bize bahşedilen en güzel eylem sarılmak. Sarılmayı çok severim ama sana sarılmanın apayrı yeri var benim için. Sende sarılmayı sever misin benim gibi? Sarılmak sana da güven duygusu veriyor mu ya da sarıldığın zaman dünyanın en mutlu kişisi oluyor musun sende benim gibi?
Birlikte pastayapalım istiyorum.
Pasta yapmakta üstüme kimseyi tanımadığımı söylemiştim değil mi? Birlikte pasta yapmaya ne dersin? Mesela ben pandispanyasını hazırlarken sen kremasını hazırla. Pandispanyaya un koyarken avucumdan senin yüzüne üfleyeyim. Un savaşı yapalım birlikte. Çikolata sosunu hazırla sen. Çikolata sosunun tadına senin dudaklarından bakayım. Hem kremalı parmağımla burnuna dokunayım. Eğlenelim birlikte. Sonra pastayı sen bana yedir çocukmuşum gibi. Mutlu zaman geçirelim.
Bulutları izleyelim istiyorum.
Bulutlar aşkın öteki adı değil mi sence de? Birlikte izleyelim bu hayal ve umutlar ülkesini. Yeşilliklerin üzerine uzanalım. Sen kafanı karnıma yasla. Saatlerce gökyüzündeki pamuk şekerleri izleyelim. Hayaller kuralım izlerken. Toprak kokusu dolsun ciğerlerimize..


Ve daha niceleri var buraya sığdıramayacağım. Ama en önemlisi de bunları ben istediğim için değil,benimle yapmak istediğin için yap olur mu?