28 Şubat 2012 Salı

Patates burun sendin aşkım.

Bazen diyorum kendime Ali sen daha 17 yaşındasın. Yaşıtların barlarda diskolarda 300-500 eğlenirken sen hiç evden çıkma nereye kadar?

Bakıyorum da etrafımdakilere gülüyorlar,mutlular sanki benim anlamadığım bir şeyi anlamışlar gibi. Etrafımdakiler bu kadar mutlu görünürken ben neden mutlu görünemiyorum onlar gibi?Dershanede sınıfa girdiğimde pencere kenarı tarafında 2 kız dedikodu yapıyorlardı. 

+Falanca çocuk senden hoşlanıyormuş. 
-Hadi ya yakışıklı mı?
+Eh işte fena değil.
-Gözleri ne renk? Boyu nasıl?
+Gözleri ela boyu da senden uzun baya.
-Çıksam mı ki sence?

Ben bu muhabbetleri liseye başlarken bıraktım abi. Hem insan sevgilisi olacağı insanın boyunu tipini önemsemeli mi bu kadar? Okuduğu kitaplar,dinlediği müzikler,izlediği filmler gibi daha kaliteli nitelikler varken direk boyuna posuna göre değerlendirmek neden?

Tamam belki bende sevgilim olacak insanın fiziksel özelliğine önem veririm. Ama arayacağım tek nitelik bu olmaz herhalde. Daha küçük prensten haberi olmayan bi insanla oturup ne konuşabilirim ki zaten.Onlar konuşurken en iyisi kulaklığımı takıp kitap okuyayım dedim. Kitap okurken 6 hissim bana "İzleniyorsun lan! Soluna bak soluna." dedi. Bende döndüm ki soluma geçen haftaki kız. "La havle bela kuvveten hela bela elhamdüllah allahu ekber. neyse. kitabıma odaklanayım" dedim.
Orta sıranın en önünde oturuyorum. İlkokul 1'den beri en önde oturma takıntım var. Önde oturmayınca derse adapte olamıyorum. İlkokul 5e kadar zorluk çıkabiliyordu öne oturmada ama 6.sınıftan sonra insanlar arkada geyik yapmayı tercih ettikleri için önler hep bana kaldı. 

En önde oturduğumdan kız önümden geçti geçti ben sallamadıkça geçti. Sonra yerine oturdu. Ben kitapta bölümümü bitirip çantama koydum. Pencereye gidip bulutları izledim. Sınıfım 7.katta olduğu için bulutlar sanki küçükken zıplayıp dalını tuttuğum, portakal koparmaya çalıştığım o portakal ağacı gibi geldi. Elimi uzatsam dokunacakmışım gibi..Ardından zil çaldı. Yerime oturdum hocayı bekledim.

Bekledik ama hoca yok. Ders coğrafyaymış ama hoca firar etmiş. Tüm dershane hocayı aradı ama hoca bulunmadı. Bizde yarım ders Türkçe dersi gördük boş geçmesin diyerekten.  Türkçeden sonra Bay Patates Burun (Nam-ı diğer Matematikçi) geldi derse. Bu adamdan gıcık aldım ya bir kere daha artık çıkar yolu yok sevemem.

Anlattı anlattı. En son bir soru yazdı tahtaya bu soru geçen sene LYS'de çıktı cevap nedir dedi. Bende şaka yapayım dedim "B'dir hocam kesin B. Böyle sorular hep B olur" dedim. Nereden B şık yazmadım dedi. Sonra bana tembel gözüyle bakmaya başladı. İşte durmadan bir şeyler ispatlamaya çalıştı. Yok işte sana soru yazarım direk düşersin şöyle böyle dedi. Bende zaten düşmem demedim ki dedim. Yarım saat bununla ilgili vaaz verdi. Yok şöyle yok böyle. 

LAN AMIN FERYADI BEN ZATEN SADECE YGS'DE ÇÖZECEM BİR B'DİR DEDİM DİYE DEMEDİĞİN KALMADI PATATES BURNUNU SİKTİĞİM ZATEN NEFRET EDİYORUM SENDEN ZATEN UYUZ OLUYORUM SENİN ŞU DERSHANEYİ DURMADAN ÖVMENE BİRDE KENDİNDEN SOĞUTUYORSUN OÇ OÇ OÇ.

Rahatladım. Evet bununla ilgili vaaz verdikten sonra "Ben seni anladım. Matematik çözmek istemiyorsun" dedi. Bende "Zaten YGS dışında gerek yok benim alanımda" dedim. "Matematik her alanda gereklidir" dedi. "He yarrak gerekli he" dedim.

Demedim yani. Diyemedim. Ama demeyi nasıl istedim. Sonra illa kanıtlayacak ya matematiği bana. Kağıt verin kağıt yaptı. Şu beni kesen kız ışın hızıyla cart diye telli defterinden bir sayfa koparım hocaya verdi. Kıza bir bakış attım. Anlamıştır umarım ne demek istediğimi. Soru yazdı kağıda çözebildiniz mi çözemediniz mi işte ÖSYM böyle düşürür insanı oyuna gibi sözler söyledi. O sırada "Neden kanıtlama gereği duydunuz ki bunu?" diye sordum. O sırada beni kesen kıza (Bu kızın adı Depresif yalnız olsun. Durmadan yalnız takılıyor kapının önünde ya da pencere kenarında zaten. Birde çok depresif duruyor.) baktım gülüyordu malum benimde gülümsemem gerekti. Uyuz oldum bu depresif yalnıza ama. Birde depresif yalnız "Seviyorsan git matematikçiyle işbirliği yapıp çocuğu alt et bence" kafasını yaşıyor bence. Malum matematikçiye ışın hızında kağıt yırtışına bakacak olursak. Annesi kalk toz al dese mızmızlanır ama.

Tabi bugünün damgası sınıftaki o güzel kızdı. Nasıl tatlı şeysin sen öyle. Tabi yanındaki çocukta çok tatlıydı evet biliyorum.... Eğer sevgiliyseniz çok yakışıyorsunuz ama sevgili değilseniz sen şöyle bir gelsene ;))9999

Fazla kalem istedi benden direk hoop çıkarıp verdim. Böylece konuşmuşta olduk. Artık gördükçe gülümseriz birbirimize belki muhabbeti ilerletiriz. Baktık sohbet pilavlı,dışarıda bile buluşuruz. Ama konuşacak ortak bir yönümüz yoksa koy göte rahvan gitsin. Ama o uzun çocukla kesin sevgilidirler lan. Zaten çok yakışıyorlar. Neyse ben fazla hayal kurmayayım en iyisi. Ama çok sevdim ben seni. Tanışsak kaynaşırız bence :(((8

21 Şubat 2012 Salı

İngilizlerin bir deyimi vardır "First Impression"

Bugün günlerden salı. Benim için işkencenin öteki adı. 4 ders ingilizcenin üst üste olduğu o ibretlik gün. 

4 ders ingilizce acı çektire çektire bitti ardından bir derste 12.sınıfları bekleyip bindik servislere.. Ama bugün artık benim için dershane başlangıcı. 3 yıl aradan sonra tekrardan dershaneye gidiyorum. Bugünde ilk günümdü dershanedeki. 

Dershaneye vardığımda 4buçuktu saat. 5buçukta başlıyordu ders. Bir saat naparım diye düşünürken kulaklığımın bozuk olduğu aklıma geldi. Kulaklığı bozuk insanın hayat damarlarından birisi kopmamış demektir. Çünkü kulaklık insanı hayattan soyutlayan en önemli nesneler arasında. Hemen hayat damarlarımı kopartıp bir plazadaki telefoncudan kulaklık aldım. Sonra plazada gezinirken bir baktım kitapsan. Tamam dedim bundan sonra bu 1 saatlik arayı kitapsanda kitap okuyarak değerlendiriyorum.

Bestseller'ları aşarak gittim dünya klasiklerinin yanına. Gözlerim Tolstoy'a ayrılmış bölümü aradı. En alt rafa atmışlar Tolstoy'umu sinir oldum. O kadar saçma salak bestseller'lar çok güzel yerde tolstoy en gözden uzak en aşağıda. Savaş ve barışı alıp okumaya başlayım derken ne göreyim!? Savaş ve barış iki ciltli ve ciltler paketli. Böyle şeffaf jelatin gibi bir şeyle paketlenmiş. Niye paketliyorsunuz yani niye? İnsanlar açıp bakacak belki içine ya da dershane vaktinin gelmesini beklerken açıp okuyacak değil mi? Bu yaptığın sığar mı insanlığa Can yayınları? Sığar mı insanlığa İletişim yayınları? Sığar mı Atalay? Bir daha sinir oldum bu duruma.

O zaman kaderin gözü kör olsun Savaş ve Barış'ı almak gerek bir gün dedim ve Anna Karenina'yı okuyayım o zaman dedim. İş Bankası yayınlarının çevrisine baktım bokumun götü gibi. Sanki normal bir olayı anlatıyorlar. Artemis yayınları daha edebi bir şekilde çevirmiş. Tabi bunları saptayana kadar yarım saat geçti. Sahi kitaplarlayken zaman su gibi akıp geçiyor.. Haberim bile olmuyor nasıl geçtiğinden zamanın.

Anca bir bölümünü okudum kitabında sonra çıkıp dershanenin yolunu tuttum. Kantine asmışlar hangi sınıflarda derse gireceğimizi. Ama ben nereden bileyim kantin nerede ilk günüm daha. Neyse bozuntuya vermeden çıktım herkesin gittiği yere doğru yürüyünce kantini buldum tabi. Baktım sınıfıma. Gittim ardından.

Sınıfım 7. kattaydı. Asansör bekledim; gelmeyince "Haydi Ali tabana kuvvet" yedi katı merdivenle çıktım. Çıkarken öyle hatunlar gördüm ki uuuu beybi beybi. Böyle kızlarla aynı dershanedeymişim meğersem. Bir bacak boyları var bir gözleri var bir dudakları var maşallah maşallah. Birde giyinmişler süslenmişler püslenmişler makyaj yapmışlar. Valla ben eğer önce eve gidip, dershaneye gidecek olsam eşofmanla giderdim. Görünce şaşırdım. Tebrik ettim. Bu azimlerini eğer derslerde gösterirlerse her biri bir ODTÜ efendime söyleyim bir Hacettepe kazanırlar bence.

Sınıfa girdiğimde aynı dershaneye kaydolan sınıf arkadaşımla aynı sınıfa düşmüşüz. Her insanın yapacağı gibi oturduk yanyana sınıfı tarıyoruz. Tabi dershane koridorlarında ne kadar defileden fırlayıp gelmiş hatun varsa girdiğim sınıftada o kadar kezban vardı. Tamam insanları dış görünüşüne göre eleştirmek benim haddime değil ama yani o tipler jdkfshgkjsdf....... Yok yani bir tane güzel kız yok sınıfımda böyle bakışacağım konuşacağım cilve yapacak falan fistan. Tamam bende süper yakışıklı bir insanım demiyorum hatta okuldan çıkıp gittiğim için daha bir uyuz halimle gittim ama elimde değil insanları hep dış görünüşleriyle eleştiriyorum istemeden. Önce bir kendi tipime bakmam gerek biliyorum.

Geçtim en ön sıraya oturdum dersin başlamasını bekliyorum. İlk iki ders türkçeymiş. Hiç samimi olmayan bir hoca girdi derse. Yeşil gözlü kumral tenli kafasının tepesi hafiften açılmaya başlamış ama bir o kadarda düzgün burnu olan orta yaşlı bir adamdı. Dersi anlatırken duvar kenarı ön tarafta oturan uzun saçlı taytlı ve altına bacağının iki katı bot giymiş kız durmadan derse atlayıp durdu. Hoca "İki çeşit tamlama vardır" diyor kız "Belirtili belirtisiz..." diye atlıyor. Hoca isim sıfat diyor kız yine atlıyor. "Sus lan amın feryadı iyi ki biliyorsun. Bizde biliyoruz ama senin gibi atlamıyoruz her boka."  demek istedim ama demedim. Diyemedim. Zaten bu kız tenefüslerde beni kesti ki uyuz oldum. Hayır yani eğer benim bu 4 ders ingilizceden çıkmış halimle bile biri beni kesiyorsa bir umut var demektir.. 

İki ders çabucak geçti bitti gitti. Ardından gelen matematikçi ise tam emekli matematik öğretmeni kıvamındaydı.  Göbekli,patates burunlu sol kaşının başlangıcında bir et beni bulunan samimiyetsiz bir hocaydı. Samimiyetsiz diyorum çünkü ben "dershaneye giderim dershaneyi severim rerörerö" kafasıyla giderken bu adam yüzünden dershaneden soğudum. Öyle anlatıyor ki dershaneyi ticarethane gibi. Birde bunu çok güzel bir şeymiş gibi anlatıyor. Vay efendim dershanesiz olmaz dershane şart en iyisi bizim dershane. Öteki dershaneden öğrenciler derslerimize giriyorlar hayran kalıyorlar. Ya bi sus allasen ya. Sus amına koduğum sus matematiği anlat çık ne övüyorsun bu kadar dershaneyi. 
Sinir oldum matematikçiye. Bakalım belki öteki derslerde kendini sevdirir. Sanmıyorum tabi. Ben bir kere sevmezsem sikseler sevemem birini öyle. 

Ders bitti indim aşağıya güneş battığından hava soğumaya başlamıştı. Evle dershane arası yürüyerek 25 dakika. Saate baktım daha 19.50 yürüyerek gitsem 8çeyrekte evdeyim. Yürümeye başladım yeni aldığım kulaklığımı taktım. James Blunt'ın Some kind of trouble albümü açtım yürüyerek eve gittim. Yürümek çok güzel bir terapi. Yürüdükçe kendime geliyorum. Soğuk hava yüzüme çarptıkça daha iyi hissediyorum kendimi. Hayattan kopmuş bir şekilde yürürken özellikle. 

Sonra bir baktım eve gelmişim. Yollar ayağımın altından kayarcasına bitmiş. Yorulmuşum baya. Hemen sıcacık tarçınlı süt hazırlayıp odama geçtim. Bir yandan sütümü içiyorum bir yandan yazımı yazıyorum. Zaten yorgundum bu tarçınlı sütte iyice uykumu getirdi. postu bitirdikten sonra ilk olarak çantamı hazırlarım ardından yarım bıraktığım kitaplarımdan birini okuyup uyurum. Yeterince yoruldum. nefis bir uyku beni bekliyor.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Bugün eleştireceğim konu eğitim sistemi değil,okul idaresinin ihmalkarlığı.

10.sınıfta Dil Bölümünü seçtiğimizde alanlar kalkacak seçmeli ders getirilecek diye bir hengame çıktı. Zorunlu olarak görmemiz gereken dersler dışında alana uygun dersler seçtirildi müdür yardımcıları tarafından. Daha doğrusu formalite bir seçim yaptırıldı. Bize de seçmeli olarak Coğrafya,Tarih seçtirildi.

Bütün bu dersleri seçmesek dahi bizim zorunlu görmemiz gereken derslerde vardı. Yani 2 saat tarih, 2 saat seçmeli tarih 2 Coğrafya 2 seçmeli coğrafya oldu. Zaten 10.sınıf tarih coğrafya dil anlatım gibi derslerin konuları ağır olmadığı için geniş geniş işledik bizde.  O zaman işimize gelmedi değil doğrusu.

İşimize geldi gelmesine. Ama bizim 12.Sınıfın sonunda gireceğimiz bir YGS var. Dil bölümünde %15Türkçe, %9 sosyal, %6 matematik, %5se fen etki ediyor. Feni de bölecek olursak fizik kimya biyolojinin kat sayısı 1,5 falan yapıyor. Böyle bir durum içerisinde bu yıl ki seçmeli derslerimiz "Fizik,Biyoloji,Astronomi ve Uzay bilimleri." En son 9.sınıfta matematik gördük. Ve bundan 1 yıl sonra gireceğimiz bir sınavda 40 soruluk matematik testi çözmemiz bekleniyor.

Hadi fizik ve biyoloji koymalarını "%1 bile etkilese,etkiliyor sonuçta." diyerek açıklayabilirler. Ama Astronomi nedir ya? Açıklaması var mı bu dersin? Ne YGS'de var ne bir bok. Birde bundan iki sınav oluyoruz biz. Böyle saçma salak dersler koyana kadar matematik görseydik iki saat belkide YGS'de daha iyi yapabiliriz. Bunu konuştukta müdür yardımcılarıyla.

Tamamen bizim ihmalkarlığımız diye açıkladılar. Bu ihmal yüzünden biz kaç kişinin gerisine geçeceğiz farkında değiller anlaşılan. Sonra işte düzeltelim gibisinden şeyler dedik. Ama olmuyormuş. Matematik öğretmenlerinin ders boşlukları yokmuş. Fizikçiyle konuştuk bu konuyu ilk zamanlarda "Bu yıl fizik hocalarının çok boş dersi vardı o yüzden astronomi ve fizik dersi görüyorsunuz." dedi.

Okulun kazandırma oranı Sayısalda %60  Eşit ağırlıkta%80 Dilde%100ken hala okuldaki dil sınıfına önem verilmiyor. Önem verilmediği gibi ihmal ediliyor. Geriye kalan dersler,köpeğin önüne verilen artık yemekler gibi önümüze atılıyor. İhmalkar davranılıyor. Tamam dil bölümü sayılsala göre kolay olabilir ama her alanın kendine göre zorluğu var. Ama bunlar hiç düşünülmüyor. Böyle düşük seviyede ihmalkar bir eğitim sisteminde dilde %100 başarı bekliyorlar. Ve ben eğitim sisteminden çok okul idaresinden nefret ediyorum. Eğitim sistemine girecek olsak ohoo çıkamayız işin içinden zaten.

18 Şubat 2012 Cumartesi

"Yarın okul tatil."

"Bir şeyi gerçekten istersen,onu gerçekleştirmek için bütün evren işbirliği yapar"
Geç kalınmış bir post.
Perşembe günü ilk ders Dil ve Anlatımdı.  Hoca ders programına baktı ve "Yarın 10.sınıfları 1453 filmine götürüyoruz. Eğer filme öğleden sonra gidilirse yarın ki dersinize giremeyebilirim."  demesiyle okulu tatil ilan ettim. Halbuki cuma günü son dersimiz dil ve anlatımdı sadece.

Ortaya "Yarın tatil!" diye bir laf attım. Sonra biraz düşündük cuma gününün derslerini "Fizik,Tarih,Almanca,Felsefe,İngilizcex2,Dil ve Anlatım." Fizikçinin babası vefat ettiği için okulda yok. Tarihçi de fetih filmine gidicekmiş yani boş geçebilir ders. Felsefe dersleri dolu geçse de boş geçse de bir kaybımız yok. Almancacıyı siktir etsek geriye bir tek ingilizce nam-ı diğer alan dersimiz kalıyor.

Hiç kusura bakmasın iki ders için bütün günümü feda edemem dedim ve cuma gününü tatil ilan ettim. Hani atalarımızdan biri demiş ya "Bir deli kuyuya taş atmış 40 akıllı çıkaramamış." diye. Tüm gün boyunca bunu söyleyip durdum. "Yarın tatil." Kimi görsem "Yarın okul tatilmiş biliyor musun?" diye girdim. sınıfın dışındakiler hariç kimse anlamadı ne demek istediğimi. Hatta ingilizceciye bile derste kaç kere dedim "Sööör yarın okul tatilmiş." anlamadı belki ama cuma günü kimseyi sınıfta görmeyince çok sinirlenmiş. O kadar inandırdım ki sınıftakileri tatil olduğuna cuma günü bir kişi dışında kimse gitmemiş okula zaten 11 kişiyiz. İyi ki bir kişi kendini bu hayale kaptırmamışta sınıf disiplinlik olmaktan kurtuldu.

Bugün okula giden arkadaşımdan öğrendiğime göre bütün bu tatil olayına neden olan dil anlatım hocası derse girmiş. Buna da nasıl güldüm belli değil.

Diyeceğim o ki eğer bir gün olur da hafta içi okulun tatil olmasını isterseniz. Gerçekten çok isteyin. O kadar dile getirin ki öteki günün tatil olduğunu göreceksiniz. Paulo Coelho yanılıyor olamaz "Bir şeyi gerçekten istersen,onu gerçekleştirmek için bütün evren işbirliği yapar" derken..

16 Şubat 2012 Perşembe

Duygular anlamlar ve hayat.


Köy hayatı yaşayan bir insanı düşünün. Tarlada çalışan. Onun için kar yağması kötüdür. Çünkü kar demek ekinlerin soğuğa maruz kalması ve iyi yetişememesi demek. Kar yağdığında sinirlenebilir veya üzülebilir. Eğer yeterince hasat almamış ve parası yoksa soğukta sobasını yakamaz ve ailesiyle birlikte üşüyebilir.

Ama başka bir insan karın yağmasını gökyüzünün dünyayı temizlemek için yağdırdığı beyaz mutluluklar olarak nitelendirebilir. Kar yağdığı zaman sıcak bir şeyler içerken karın yağışını izleyebilir;  hatta dışarıda kar topu savaşına katılabilir veya kardan adam yapabilir. Kar bu insanı mutlu edebilir.

Yağmurun yağması çukur bölgelere inşa edilen evler için su baskını. Bütün evin içini suyun götürmesi yani bir nevi işkence iken onlarca şair,bestekâr yağmurla ilgili şiirler,şarkılar yazıyor.

İlkbaharın gelmesini, çiçeklerin açmasını,güneşin ışıl ışıl gülümsemesini mutlulukla karşılayan insanlara nazaran hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edenlerde var.

Kafasını bir defa yukarı kaldırıp bulutları izlemenin cazibesine katılmadan yaşayan insanlar var.

Daha yüzlerce örnek verebilirim bu konu hakkında. Demek istediğim aslında her şey hayata ne açıdan baktığımızla alakalı. Olan olaylara nasıl anlam yüklediğimizle ve nasıl algıladığımızla alakalı. Ve sanırım insanı insan yapanda bu. Kısaca;Duygular. Duygular olmadan hepimiz ete kemiğe bürünmüş robotlardan başka bir şey değiliz. Duygulardan yoksun insan bir nevi yaşayan ölüdür. Duygular yaşamımızda o kadar önemli bir yere sahipki..

Duyguları çarpıcı şekilde yansıtabilmekte iyi olan insanlara da sanatçı diyoruz sanırım. Duygu,hissedebilmek bir sanat gibi adeta. Biraz yetenek ve farklılık istiyor.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Yanlışlıkla aşık olduğum insanlar var.

"İnsan farkında olmadan nasıl aşık olur yeaaa.s.s." dememek lazım. Oluyormuş işte. Nasıl mı? işte böyle.

8 Şubat 2012. Her zamanki çarşambalardan bir farkı yoktu. Okula gittim ardından eve döndüm. Feysbık tivitır tamblr sekmeleri arasında fink atarken,feysbuk anasayfamda onun fotoğrafı belirdi. Gözleri çekik ama çekikliğine rağmen benim çekik gözlerim kadar küçük değil. Saçları çok uzun değil ama sevdim. Her ne kadar dişlek fetişim olsa da (dişlek insanların gülüşlerine dayanamıyorum,eriyorum,ölüyorum) dişleri fazlaca düzgün. Buda gülümsemesini çekici yapıyor ama ne olursa olsun bir dişlek gülümsemesi değil.

Önceden de görüyordum onu. Fotoğraflarına bakmışlığım var. Bu sefer sıcak sıcak fotoğraf atmışken bir yorum yazayım dedim. Samimi bir yorum attım. Yorum fotoğrafın güzelliğiyle veya kendisini öven bir yorum bile değildi. Hatta gerçekçi bakarsak göte tokat enseye şaplak tarzında bir yorumdu. Karşılık olarak tırt bir yorum gelince sinirlendim deli gibi küfrediyorum nasıl böyle bir cevap verir diye. Şimdi düşününce tırt dediğim yorum benim o yazdığıma fazla bile. Neyse ki ben böyle krizler geçirirken Mesaj kutusu kırmızı bir gösterdi açtım hemen mesaj atmış. Yüzümdeki fuck yeah ifadesini tahmin edemezsiniz. Sanki bana aşık olmuş aşkından ölüyormuş gibi bir havalara girdim ben. Tabi sonra hayal dünyamdan çıkıp mesajına karşılık verdim. Böylece konuşmaya başladık.

Konuştuğumuz ilk konuların ergen gündemi olması şaşırtıcı değil. "Niye sen vanpir misin gardaş"lar,"uff snne be slk"lar,"eşeğin sikleri havada uçuşup durdu. İlk konuşmamız böylede rahattı.

Benim düşündüğümden 1 yaş küçük çıktı. Dedim zaten bok gibi konuşma. Yeterince sıçtık içine bari sıvıyalım. Küçüksün çömezsin gibi şakalar komiklikler devam etti konuşmamız. Konu benim zayıflığıma geldi işte. Kilo alamıyorum gibisinden acıtasyon yaptım. Acıtasyon yapınca insanlara yakınlaşmak daha kolay oluyormuş bunu farkettim. Üzülmüş gibi yapınca hemen bir yakınlık kuruldu aramızda.

Saat 11 olunca benim artık uyumam gerektiğini farkettim çıkacağımı söyledim numaramı istedi verdim çıktım ardından. Numaralar verilince ikinci bir boyuta taşındı konuşma. Şakalar komiklikler biraz daha flörte bıraktı yerini. Bir hayatımlar canımlar havada uçuşmaya başladı. Konuşuyoruz. Her gün sabahtan akşama kadar mesajlaşıyoruz.

Sonra baktımda bu kadar çok konuşmuşuz ki böyle uyumadan önce onu düşünür olmuşum. Durmadan mesajlaşmamız da bunu alevlendiriyor zaten. Baktım biz aslında sevgili gibi olmuşuz meğersem. Burasıda benim evimmiş meğersem.

Dedim yeter mesaj attın Ali kendine gel. Mesaj atma bir iki gün bakalım aklına gelecek mi mesaj atmak. Atmadım ilk gün,oda atmadı hiç. Ben anasını avradını elimden geçirdim atmayınca.. Ama öteki gününde özledim diye mesaj atınca böyle bir savaşı kazanmış havalarına girdim egolarım şişti şişti böyle... Konuşmaya başladık tekrar. En güzel evresini yaşıyoruz ilişkinin doğrusu. Sevgili değiliz ama konuşuyoruz evresi. Candır bu evre ya. Tanışma yavşama kaynaşma falan.. Zaten benim ciddi bir ilişkiye heves ettiğim söylenemez. Oda halinden memnun gibi durduğuna göre sorun yok demektir şu anda. Ayrıntılı bir şekilde sevgili konularını konuşmadık ama ben şu anda eğleniyorum. Ve sanırım yanlışlıkla aşık oldum.

Neyse büyük ihtimalle geçer yakında. En azından birilerini sevebiliyorum hala bunu farkettim. Çünkü öyle bir duruma geldim ki Hipotalamus'umda sorun olduğunu düşünmeye bile başladım. (Hipotalamus: Beyinde duyguları kontrol eden birim.) O derece duygusuzluğun üstüne böyle şeyler hissedebiliyor olmam iyidir iyi. Hem aynı şehirdeyiz. Görüşürüz ederiz falan filan. Bakalım artık.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ve aslında tüm sorun çok yanlış insanlara değer veriyor olmamız.

Nefret kadar samimi bir duygu yok bence. Kimin beni sevdiğini bilemeyebilirim ama kimin nefret ettiğini şıp diye anlayabilirim. Bu yüzden bana sevgiden daha samimi gelmiştir. Nefret gerçektir,sevginin sahte olma ihtimali var.
Sevdiğim insanlar(samimi bir şekilde),sevmeyipte seviyormuş gibi yaptığım insanlar var (bir nevi çıkar ilişkisi) birde tamamen nefret dolu olduğum insanlar var.
Sevdiğim insanlar bir elin parmağını geçmez. Çünkü herkesi sevememe gibi bir hastalığım var. Ama kendini bana sevdirebilen insanların şanslı olduklarını düşünmüşümdür. Çünkü akrep burcuyum. Kolay kolay bağlanamam birisine. Ama seversem de öyle bir severim ki karşımdakini korkutur sevgim. Ve sanırım hep bu yüzden kaybediyorum en çok sevdiğim insanları..
Sevdiğim insanlar.. Küçük Prens'te anlatılan yıldızlar gibi olmuştur benim için. Orada bir yerlerde olduklarını bilmek beni hep mutlu etmiştir. Uzun süre konuşmasam da onlarla söyleyecekleri minicik bir söz bile tüm konuşmadığımız günleri telafi etmeye yeter. Ve bu yüzdende çok ama çok azlar. Ve bazen çok yanlış insanlara değer verebiliyorum. Her insan hata yapar nede olsa.. Önemli olan hatalardan ders çıkarabilmek ve o hatayı telafi edebilmek.
Dedim ya yıldız gibidir sevdiklerim. Bugün oradayken bir anda gökyüzünden kayıp gidebilirler. Tutamam ya ben onları gökyüzünde. Onlar kaybolup gitmeye mahkûmdurlar. Belki ilkte onları gökyüzünde görememek canımı acıtacaktır. Ama kafamı yukarı kaldırdığımda öteki yıldızları görünce tekrar mutlu olmam o kadar zor değil.
Bugün yine bir yıldız kaydı hayatımdan. Gitmesini istemesem de gitti,dedim ya onu gökyüzüne asamam gitmemesi için. Zaten son zamanlarda ışığının yavaş yavaş azalmasından belliydi süresini tamamlayacağı. Zamanı geldi,kayıp gitti. Kolay kolay değer veremem kimseye,kendisi de biliyordu bunu. Hatta beni benden daha iyi tanırdı. Beni benden daha iyi tanıdığını düşündüğüm insan üzüleceğimi bile bile böyle davranıyorsa,ayrılığın vakti gelmiş geçiyor demektir.
Çok uçlarda yaşıyorum duygularımı. Ya kalbimin en güzel köşesindedir ya da itin götünde. Ortası yok. Ya delicesine seviyorum ya da tüm nefretimi kusuyorum. İçimdeki sevginin bir anda nefrete dönüşmesine onlarca kez tanık oldum. İlk defa yaşamıyorum bu duyguyu ama canım acıyor. O kadar değer verdiğim,satır aralarına duygularımı sıkıştırıp ona yazdığım o kadar şeyden sonra onun böyle bir anda gitmesi canımı acıtıyor. Ondan nefret etmemeyi isterdim. En azından mutlu bir şekilde bitmesini ama olmuyor. Zaten gidene dur diyemem. Gitmeyi kafasına koymuşsa durdursam ne yazar ki aramızdaki o bağ gücünü yitirmişken.. Elimden hiçbir şey gelmez küçük bir "hoşçakal"dan başka.
"Umarım beni bırakmana değmiştir. O seni benim kadar sevemez,biliyorum. Ben saçlarına hiç dokunamadığım halde bu kadar hayranken sanıyor musun onun benim kadar seveceğini? Ahah güldürme beni. Zaten şu anda tek isteğim onun senin canını acıtması değil mi? Sende bilirsin ki egoist bir yapıya sahibim.Teşekkür ederim bana yine yanlış insanlara değer vermememi hatırlattığın için.neyse. Bensiz o hayatında hoşçakal.."

6 Şubat 2012 Pazartesi

Cınım tatilin nasıl geçti?


Okulların açılmasını neşeyle karşılayan yoktur herhalde. Her gün 2de 3te yatıp saat 12lere kadar yatmak tabi ki güzel şey ama her güzel şey bitermiş. Aşk nedensiz sevmekmiş.. diyede Teoman'a bağlarım olayı..


Neyse günüme gelecek olursak günüm bu sorudan ibaretti. "Cınım tatilin nasıl geçti?" -Asosyal. Herkese verdiğim tek cevap bu oldu. Neler yaptın dediklerinde de film izledim kitap okudum ev işlerini yaptım dedim. Ev işlerini yapmama herkes şaşırdı ben anlayamadım ama neden bu kadar şaşırdılar yani. Hiç bir erkek evde annesine/eşine yardım etmiyor mu abi? Hayat müşterek sonuçta,bugün sen ona bakarsın yarın o sana..


Okulun ilk günleri ve son günleri hocalar gruplara ayrılır
Bazıları serbest bırakır bazıları sohbet eder. Bazıları da var ki en orospu çocuğu tip bunlardır. Daha ilk günden bizi okuldan soğutmak için tasarlanmış gibiler. Gelir öğretmen masasına oturur defteri imzalar ardından "Açın kitapları." demez mi!? Bir dur nasıl bir çalışma aşkı bu otur bir soluklan töbe yarabbim ya. Bu hocalar zaten yazılıları bitmesine rağmen ders işlemeye çalışan hocalardır. Bu hocaların götlerine insanın enlemesine kazık sokası gelir.
Tamam sakinim,evet. 

Bugün farkettim ki bu asosyallik beni ağır depresyon moduna sokmuş. Yüzümde normalde hiç olmazken şimdi bir sürü sivilce var. Gözlerim yorgun bakıyor. Vücudum soğuktan büzüldü mü nedir,kambur duruyorum. Dik durunca üşüyorum. İyice bir garipleştim ben. Pek umursadığım da söylenemez. Sonuçta hiçbir zaman yakışıklılık,çekicilik gibi bir iddiam olmadı onu geçtim; çekici görünmem gereken biri olmadığı için nasıl göründüğüm umrumda bile değil. Sevecek olanda zaten dış görünüşüm için değil düşüncelerim için sevsin kafasını yaşıyorum. Bu tatil yaramadı bana ya da kendimi daha iyi tanımama neden oldu,bilemicem.
  • Boş derslerin tamamında ve eve gelince de Umut'un yazın önerdiği ama okumaya daha yeni zaman bulduğum Zülfü Livaneli'nin Serenad'ına devam ettim. Dün başlamış olmama rağmen kitabın son 80-90 sayfasında olmam kitabın ne kadar akıcı ve şaşırtıcı olduğunu gösteriyor sanırım. Konular o kadar şaşırtıcı ve Livaneli o kadar akıcı bir üslupla işlenmiş ki burada da yazarlığını konuşturuyor adam.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Asosyal asosyal nereye kadar?

Dedim sabah kendi kendime. Önce kaç gündür odamdan dışarıya çıkmadığım için güzelce bir duş aldım. Ardından pantolonumu gömleğimi giyindim. Giyinirken sanki onlar benim değilmiş gibi hissettim. Uzun zamandır eşofmandan başka bir şey giymeyince pantolon gömlek giyince garip hissettim. Üzerime de montumu çekip çıktım dışarı.
Dışarı çıkmayınca nasıl soğuk olduğunu da bilmiyor insan. Götüm dondu. Nasıl soğuk nasıl rüzgarlı. Birde benim sinüzitim var. Eğer sinüzitiniz varsa hayat size bok. Şöyle ki;
  • Rüzgarlı havada başın ağrır
  • Çok sıcak havada başın ağrır
  • Çok soğuk havada başın ağrır
  • Çok gürültülü ortamda başın ağrır
  • Çok ışıklı ortamda başın ağrır.
Sonra Ali niye sessiz sakin ortamları seviyor. Tabi severim. Vücudum bile beni asosyalliğe itiyor yani benim ne suçum var..

Çıktım tir tir titriyorum,başım çatlamak üzere yürüyorum yolda. Bir amca durdurdu "Evladım gözlüğümü evde unutmuşum dijitürkü arayacam ama görmüyorum numaraları bana çevirir misin?" dedi. "Tabi ki amcacım,sormanız hata" dedim bende. Çevirdim numarayı sonra başka bir numara isteyeceklerini söyledi amca gözleri görmüyor diye biraz beklesen sorun olur mu dedi. Olmaz dedim bende. Zaten bir yere yetişme çabam yoktu.

Telefonda adama derdini anlatırken "Şimdi arıyorum çünkü öğleden sonra kan verilecek kanserim." kelimeleri ağzından dökülünce içimi bir üzüntü kapladı. Hiç tanımadığım bir insan için üzüldüm. O sırada tüm içtenliğimle dua ettim amca için. Ne doktorum ne elimden bir şey gelir ama amca için dua ettim. O sırada saçma salak şeylere üzüldüğüm için kendimi suçladım. Hayatın sadece "Çok yalnızım:(:(88" "Fizikten düşük aldım :(" gibi şeylerden ibaret olmadığını çok iyi anladım.

O sırada amcanın işi bitti. Kapattı telefonu. Çok çok teşekkür etti. Amcanın rızasını aldıktan sonra devam ettim yoluma.

Ece'nin yılbaşı hediyesini (Şubat oldu ne yılbaşısı lan? dediğinizi duyuyorum evet. Yılbaşında almıştım anca şimdi göndermek nasip oldu ben ne yapayım!?) kargoya verdikten sonra Final dershanesine doğru gittim. Dilci halimde finalden %50 burs almışım. Bu bana yeterde artar. Seneye YGS için finale gitmeyi düşünüyordum zaten. Böylece kesinleşmiş oldu finale kaydım.

Finalden mutlu bir şekilde çıktım. O sırada Cansu mesaj attı. Mado'da seni bekliyoruz diye. Zaten günün anlam ve önemi onunla buluşmaktı. Kim bu Cansu? Sonra anlatıcam uzun uzun.

Görünce ayağa kalktı sarılarak karşıladı beni. Sarılmak çok güzel bir şey. O sırada eğer geriye çekilmeseydi ona öyle sarılmış şekilde uzun uzun durabilirdim.  Sarılmak huzur veriyor bana. Anlatamayacağım bir huzur.

Kuzeni de vardı yanında. Çok samimi kızdı şimdi. Çokta eğlenceliydi. Baya güldüm sayesinde hehe. Erkek arkadaşıyla sorunlarından bahsetti vesaire vesaire. Sanırım Cansu'dan çok kuzeniyle konuştum. neyse

Sonra kalktık dışarı çıktık. Cansu'nun ablası almaya gelecekti. Öyle olunca bende eve döneyim o zaman dedim. Sarıldık tekrar. Görüşürüz dedim ve eve doğru yol adım. Yürürken ileride bir baktım Cansu ve kuzeni. Dedim siz napıyorsunuz. Ablam gelmedi bizde yolu bulamadık dedi. Zaten Cansu hep böyle şaşırmadım yani. Gittim ikisini durağa bıraktım. Zorla fotoğraf çekildik. Ben sevmiyorum fotoğraf çekilmeyi. Anlamıyor Cansu. Sonra binecekleri otobüs geldi. Tekrar sarıldık. Sonra gittiler.

Sarılmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu yine anladım. Sarılmak çok huzurlu bir eylem. Keşke daha uzun sarılabilseydik. Neyse.